LOVE

LOVE

30 Mart 2015 Pazartesi


Hayaller İtalya, gerçekler Antep, Urfa…….

Karnım artık iyiden iyiye büyümeye başladığı dönemde(5.ay) bu plansız seyahat bize piyangodan çıktı aslında…
Shengen vizem bitmişti, bir seyahat planımız yoktu ama bulunsun diye Nisan ayı için “bir tarih”(buna dikkat, yazımın ilerleyen kısımlarında beni çok iyi anlayacaksınız) verip İtalya’dan yeni bir vize başvurusu yaptım. Başvuru sırasında, başvurumu alan görevli, “daha önceki İtalya vizenizle İtalya’ya giriş yapmamışsınız” dedi, “evet bu sefer yapacağım” dedim. Heyecanlı bekleyiş başladı. Şöyle biraz uzun verseler de, bu halde bir daha uğraşmasam vize işlemleri ile ne iyi olurdu.
Tam da vizemin çıkacağı tarihlerde eşimin boş günü olması nedeniyle 2-3 günlük bir kaçamak yapmaya karar verdik, İtalya olacağı kesin ama şehri belirlememiştik.
“Pasaportunuz gönderilmiştir” mesajı geldiği günün ertesinde valizimiz arabada hazır vaziyette vizeyi almak için Harbiye’ye gittik. Plan; pasaportu alıp doğru havalimanına gitmek ve ver elini İtalya…
Vize merkezi açılır açılmaz, içeri ilk girenlerden biri olarak pasaportumu teslim aldım ve heyecanla ne kadarlık vize verdiklerine baktım. ŞOK!!! 1 aylık vermişlerdi. “Geçen sefer İtalya girişi yapmadığım için bu şekilde verdiler, ama bugün nasıl olsa giriş yapacağım, bir daha başvururum bu sefer kesin uzun verirler” filan diye kendi kendimi avuturken asıl büyük ŞOKU yaşadım. Tarih… Vizenin başladığı tarih benim onlara vize başvurusunda yazdığım “bir tarihti” ve bugünkü tarihten tam 2 hafta sonrasıydı. Yani bugün halen vizem yoktu.
Eşim arabada bekliyordu beni. Arabaya bindim, bende ses yok. “Ne kadar vermişler canım?” ses yok…. “Selinnn ne kadar vermişler hayatım?” ses yok…. “Noldu?” Vizem yok benim, bugün gidemeyiz!!!”…
Tabii eşim anlamadı önce olanları, anlayınca da gözlerinden yaş gelinceye kadar güldü halimeL
Zerre kadar aklıma gelmemişti bu ihtimal, bana iyi bir tecrübe oldu. Vizeyi planlı bir seyahat için değil de bulunsun diye aldığım için açıkçası tarih konusuna hiç takılmamıştım.
Sonuç ne mi oldu? Valiz arabada, işyerimden iznimi almışım, eşimin boş günü var, bu şartlarda elbette eve dönmedik. Havalimanı tarafına geçerken vizesiz gidilebilecek yerleri konuştuk. Moskova vardı ama 2-3 gün için uzak ve yorucu olacaktı. Beyrut’a çok tekin olmaması nedeniyle hazırlıksız(otel, şehir, gezilecek yerler vs.) gitmeyi eşim uygun bulmadı derken yurtiçinde bir yerlere gidelim dedik. Sürpriz bir şekilde uzun zamandır görmek istediğimiz Şanlıurfa ve Gaziantep’e gitmeye karar verdik.
Eşim uçak saatlerine baktı, 1 saat sonra Antep’e uçak vardı. Biz de zaten Havalimanı’na gelmiştik bile. Koşturmacadan kendimize geldiğimizde bilet işimizi halletmiş uçağa doğru gidiyorduk. Birbirimize bakıp bakıp halimize gülüyorduk. İtalya yansın haline; biz Como Göl’ü derken Balıklı Göl’ü, pizza derken lahmacunu tercih etmiştik.
Uçaktan indikten sonra hemen havalimanı önünden kalkan Havaş’la şehre geçerken eşimin şirketinin anlaşmalı otelinden yerimizi ayırttık.  Ailelerimizi telefonla arayarak durumu anlattık. Tabii onlar da çok şaşırdılar.
Otele yerleşip biraz dinlendikten sonra iyice acıkan karnımızı doyurmak ve kebap ziyafeti yapmak üzere hemen otelin arkasındaki Mehmet Usta’ya gittik. Hamile olduğum için filan değil yani, ben gerçekten bu kadar başarılı lahmacun ve küşleme yemedim. Domates ve yeşilliklerle yaptıkları salatalarını ricamla benim için sadece domatesli yaptılar.(Hamilelik döneminde restoranlarda menüde yiyecek şey bulamadığımda anladım ki; meğer ben dışarıda hep salata yermişim, çok zorlanmıştım. Ama evde bol bol sirkede bekletilmiş yeşilliklerimi yedim afiyetle)
Mevcut şişkinliğime ek yediklerimden sonra resmen nefes alamıyordum. Gerçekten de denildiği kadar lezzetliydi masadaki her şey.
Şansımıza hava da çok iyiydi ve yürüyerek şehir merkezine doğru ilerledik, hem de biraz hareket etmiş olduk. İlk durağımız 3 farklı kapıdan girişi olan Zincirli Bedesten’di. Çarşı içerisinde baharattan bakıra, ahşap süs eşyasından çantaya, yemenilere kadar çok çeşitli hediyelik eşyalar var. (Meşhur İmam Çağdaş’ta hemen çarşının karşısında ama biz oraya gitmedik. Hem karnımız çok toktu hem de daha önce Antep seyahatinde annemle babam gitmişlerdi, gerek yemek gerekse servis konusunda çok memnun kalmadılar ve ticari bulduklarını belirtmişlerdi. Biz de bu yorumlardan etkilendik sanırım)
Zincirli Bedesten’in çıktığımız kapısının hemen yanında el yapımı çok şık renkli cam şişeler, hediyelikler satan bir mağaza var, ben tabii ki soluğu içeride aldım.  İçeride o kadar çok çeşit var ki; rengarenk ve değişik şekillerde incecik camdan yapılmış şişeler, kolonyalıklar, lokumluklar, ayna tepsiler vs….yani tam benlik. Kendime ayna tepsi üzerine minik renkli şişelerden güzel bir kombin yaptım.(Geçen sene temizlik esnasında hepsi kırıldı, sadece bir tane numune kaldıL) Fiyatlar İstanbul’a göre gayet uygun.
Mağazadan çıktığımızda hemen sağ tarafımızda kalan Bakırcılar Çarşısı da çok keyifli ve hareketli. Bakır döven amcaları izlerken bir yandan da mağazalardan dışarılara taşmış olan model model ve pırıl pırıl kahve fincanları, çay setleri, çaydanlıklar ve birçok süs eşyası insanın gözlerini alıyor. (Çarşıdan elim boş çıktığını düşünmüyorsunuz herhalde ama inanın son derece makul fiyatlarda biri işlemeli biri dövme 2 adet farklı kahve fincanı aldım. Adet adet, öyle set filan değil çünkü ben kahve sunumlarımda değişik fincanlar kullanmayı tercih ediyorum.)
Bu yorgunluğa bir kahve iyi gider dedik, soluğu hemen meydandaki Antep'in 500 yıllık meşhur Tahmis Kahvesi’nde aldık. Türk kahvesi beni gerçekten dinlendiriyor, net. (Hamilelik dönemimde minimuma indirdim, 1-2 yudum alıp bırakıyordum)
Saat 20.00 filandı ama tüm gün “plansız” bir koşturmaca içince olunca yorgun düştük. Otele gitmek üzere taksiye binmeden önce hazır dört bir yanımızda baklavacılar da varken, bu güzel günü 1’er adet baklava ile taçlandırmayalım mı yani? Çelebioğulları’nda yediğimiz 1’er dilim baklava(çok çok beğenmedik ama arkadaşlarımız çok methetmişti, bu baklava da damak zevki işte) sonrası gerçekten son derece doygun bir şekilde otele gidip, yuvarlanıp yattık. 
Gaziantep’te katmer genelde sabahları yeniliyor, hemen her otelin açık büfesinde de bulunuyor. Biz de bulunduğumuz yöreye uyduk ve sabah erkenden soluğu “Katmerci Zekeriya Usta”da aldık. Çarşı içerisinde arada bir yer ama kime sorsanız tarif ediyor. Sabah erkenden açılıyor ve en geç 14:00-15:00 gibi katmer bitiyor. Katmer yanında çay ya da süt servis ediliyor. Erken saat olmasına rağmen sıra vardı. Zekeriya Usta misafirleriyle birebir ilgileniyor, sipariş alıyor, servis yapıyor, muhabbet ediyor. Küçük dükkânının önüne koyduğu 7-8 masa ve taburelerle ama özellikle güler yüzüyle işi gayet iyi tutturmuş, bol kazanç dileriz. Bu arada 2 kişiyseniz önce 1 tane söyleyin yiyebilirseniz 2.’yi söyleyin, porsiyonlar gayet büyük. (Bu arada Zekeriya Usta, İstanbul’da Anadolu yakasındaki Watergarden’da Nostalji Sokağı’nda yer açtı, Antep’e kadar gitmeye gerek kalmadı)
Merkezde bulunan “Tarihi Almacı Pazarı”nda envaı çeşit kırmızı pul biber, isot, salça, nar ekşisi, sumak ekşisi(kısırlarda kullanıyorlarmış), birçok kuruyemiş, dolmalık kuru kabak, patlıcan, biber, lokum ve tabii ki cins cins farklı fiyatlara ayrılan meşhur antepfıstığı insana rengârenk görsel şölen sunuyor. Burası içinde bir tüyo vermem gerekiyor; iyi kalitedeki pul biber, isot, salça ve antepfıstığı gibi bazı özellikli ürünler genelde dükkânların iç kısımlarında ayrı bir yerde bulunuyor ve “iyisini istiyorum” dediğinizde içeri buyur edip ikram ediyorlar. Fiyatları biraz daha yüksek ama farklı renginden kokusundan bile anlaşılıyor.
Çarşı alışverişimizden sonra meşhur esnaf lokantası “Metanet”e gidiyoruz.  Burası özellikle “beyran çorbası” ile ünlü ancak çorba da yine çok erken saatlerde tükeniyor ve öğlene kalmıyor. Biz de kebabı Halil Usta’da yemeyi planladığımız için burada lahmacun yemeyi tercih ediyoruz ve kesinlikle çok doğru bir karar verdiğimizi anlıyoruz. Nitekim etraftaki masaların birçoğu da genelde lahmacun yiyor. Bu arada, Antep’te yediğim lahmacunların İstanbul’daki lahmacunlarla uzaktan yakından bir ilgisi bulunmuyor. Bu lahmacunsa bizim İstanbul’da yediklerimiz ne acaba?
Bugün ki planımız Şanlıurfa’ya geçmek. Merkezden bir araba kiraladık, yol üzerinde ünlü Mozaik Müzesi’ne uğradık. Biliyorsunuz ben müze filan tarihi yerleri gezmeyi çok sevmiyorum ama eşim sağ olsun benim bu açığımı kapatıyor(tencere kapak). Müzeden keyif aldım mı? Aldım, oraya kadar gitmişken görülmesi gerekiyor mu? Evet. Gerekeni yaptık mı? Yaptık… Ama itiraf etmem gerekiyor ki, müze içerisindeki bölümlerde tabii ki benim turlarım eşime göre çok daha çabuk bitti.
Müze sonrası yine yemek… Bu sefer Mehmet Usta’nın abisi Halil Usta’nın Karşıkaya semtindeki (müzeye yakın) yerindeyiz. Mehmet Usta’da olduğu gibi burada da kebaplar bakır ve çukur kaplarda servis ediyor. Halil Usta’nın yetiştirdiği ustalar ateş başında lezzetli etleri pişirirken, Halil Usta da beyaz önlüğü ile dükkânda kasanın başında gelenleri karşılıyor, gidenleri uğurluyor. Buranın şehir içindeki Mehmet Usta’ya göre daha meşhur ve kalabalık olmasının sebebi; hem daha eski olması hem de Antep gezisi yapan turların yemek için misafirlerini buraya getirmeleri. Ama bence lezzet olarak ikisi de harika. (Bu arada iki kardeş görüşmüyormuş gibi bir duyum aldık ama umarız öyle değildir)
Karnımız da gözümüz de tok Antep’ten ayrılıyoruz, ver elini Urfa…
Yolda giderken akşam için sıra gecesi programımızı yapıyoruz ve çok methini duyduğumuz, Urfa’nın bir numaralı sıra gececisi Gülizar’da yerimizi ayırtıyoruz. Babamın tavsiyesi üzerine otelimizi de dün Antep’teyken ayarlamıştık, Balıklı Göl’ün hemen karşısında otantik bir binaya sahip olan “El Ruha Hotel”.
Akşamüstü otele varır varmaz 1-2 saat dinleniyoruz. Saat 20:00 gibi sıra gecesine gidiyoruz. Günler öncesinden bile yer bulma ihtimali az olan Gülizar’da şansımıza bize en önden yer vermişler.(Uraz’ımın şansı) Gittiğimizde biraz sakindi belki de ondan denk geldi bilmiyorum ama iyi oldu. Bir süre sonra kalabalıklaştı ve program başladı. Fix menü olarak servis edilen yemekler maalesef çok vasat ve buz gibiydi. Ben bir de hamilelikten dolayı ekstra dikkat ettiğim için, tüm gece masadaki pideyi tırtıkladım. 

 Sahnede saatlerce halaylar çekilip, türküler söylendi. Gecenin sonlarına doğru çiğ köfte şöleni yapıldı. Ortaya serdikleri örtü üzerinde usta biraz da şov hallerinde çiğ köfteyi yoğurdu, misafirlere ikram edildi.


Burada dikkatimizi çeken önemli bir ayrıntı; yan sedirde oturan abinin masanın altına silahını koyup sahnede saatlerce halay çekmedi oldu. Sonradan anladık ki, silah taşımak Urfa’da gayet sıradan bir durum. Sıra gecesi çıkışında sokakların ürkütücü sessizliği de bizi tedirgin etmedi değil. Genel olarak Antep’ten sonra Urfa bize biraz güvensiz geldi.  
Sabah kahvaltıdan sonra hemen otelin karşısındaki Balıklı Göl’e gittik. Gölün etrafında balıklara filan bakıp gezinirken yanımıza yaklaşan küçük bir çocuk, istersek bilgi verebileceğini söyledi. Biz de "isteriz tabii" dedik ve başladı Balıklı Göl’ün hikâyesini anlatmaya;
Balıklı Göl’den sonra usta oyuncu Şener Şen’in “Eşkıya” filminin çekildiği pasaj dâhil olmak üzere bize kısa bir Urfa çarşı turu yaptırdı. Son derece içten, saf ve temiz Urfalı çocuk İbrahim gerek bilgisi gerekse konuşmalarıyla bizi kendine hayran bıraktı. Yol üzerinde karşılaştığımız amcaoğlu da gelen yerli turistlere rehberlik yapıyormuş. Hafta içi okula gidip hafta sonları harçlıklarını çıkarmak için çalışan  ve son derece saygılı olan bu çocukları takdir etmemek gerçekten mümkün değil. Keyifli gezi turu için biz de kendisine harçlık verip, teşekkür ettik. İbrahim’i aklımıza geldikçe hala anarız ve inşallah bir daha gitmek nasip olursa yine görmeyi çok isteriz.
Urfa’da yemeği şehir içerisinde değil de, Antepli komşularımızın babama, babamın da bize tavsiyesi ettiği Şanlıurfa-Gaziantep yolu üzerinde bulunan Birecik İlçesi’nde yedik. Bu ilçede meşhur olan sebzeli “haşhaş kebabı”(içinde haşhaş yok adı böyle) özellikle Cevdet Usta’nın Yeri’nde yenilmeli. Satırla kesilerek kıyma haline getirilen etin içerisine kırmızı-yeşil biber ve maydanoz konularak hazırlanıyor, enfes….
Kebabın tadı damağımızda artık  dönme zamanı geldi. Arabayı Urfa’da havalimanına teslim edip evimize döndük.