PORTEKİZ
İlk Durak; LİZBON
4 saat 40 dakikalık yolculuğun
ardından Lizbon’dayız. Uraz’la 40 günlük Santiago Compostela sonrası ilk en
uzun uçak yolculuğumuz oldu. Yerinde duramadığı ve her şeyi merak ettiği için
açıkçası biraz endişelerim olmadı değil ama gayet rahat ve keyifli bir yolculuk
geçirdik.
Önce biraz etrafla ve önündeki
ekranla ilgilendi derken yemek telaşı, sonra uykusu geldi ve uyudu. Uyanınca da
biraz oyuncak, kitap derken, bir baktık inişe geçmişiz bile. Yani baştan kulağa
biraz hoş gelmese de o kadar endişe edecek bir şey yok sevgili anneler.
Lizbon havaalanından 3 günlük
“Lisboa card” aldık. Fiyatı kişi başı 40 euro, hemen hemen tüm toplu
taşımada(Sintra’ya giden tren dahil) geçiyor ve birçok yerde de indirim
sağlıyor.
Bizim otele havalimanından metro ile
aktarmalı olarak da gitmek mümkündü ancak biz hem biraz şehri görmek hem de
otelin önündeki cadde de indirdiği için otobüs ile gitmeye karar verdik.
“AEROBUS” firmasına ait otobüsler hemen havalimanı çıkışında sağ taraftaki
duraktan kalkıyor, Lisboa card geçmiyor ama indirim var, 2 kişi 3 euro ödeme
yaptık.
Yaklaşık 20 dakikada ineceğimiz
durağa geldik. İlk izlenim olarak şehre bayılmadım ama olumsuz bir şey de
hissetmedim. Biz THY’nin anlaşmalı otellerinden konumu nedeniyle Double Tree
Hilton’u tercih ettik ve gayet memnun kaldık. Özellikle girişte hoşgeldiniz
diye ikram ettikleri ve istediğimiz her zaman alabileceğimizi ilettikleri ılık
çikolatalı cookie’lerin tadı hala damağımda...
Otele yerleşip vakit kaybetmeden
başladık şehri keşfetmeye. Öncelikle direkt sahile giden mavi renkli metro
hattını kullanarak “Terreiro do Paço” durağına gittik. “Praça do Comercio”
meydanında fotoğraf çektikten ve Uraz güvercinlerle biraz koşturduktan sonra meşhur
cadde “Rua Augusta”dan Rossio Meydanı’na doğru yürüdük. Açıkçası bu cadde neden
meşhur olmuş anlamadım çünkü çok sakin ve hiçbir özelliği yok. İnditex Grubu(Zara,
Massimo Dutti, İntimissimi, Bershka,…) markalarının yanı sıra yerel mağaza ve
restoranların olduğu bir cadde. Bir de Portekiz’in ünlü morina balığından
yapılan, tadı bizim patates köftesine, tipi de içli köfteye benzeyen ama çok
çok sevmediğimiz Pastel De Bacalhau’u en iyi yapan yer olarak ün salmış “Casa
Portuguesa do Pastel de Bacalhau” var bu caddede. Bazı yerlerde “Bacalhau cake”
olarak da geçen içli köftenin burada adeti 4,5 euro, isterseniz 1 kadeh şarap
ve şık bir sunumla menü yapıyorlar, zaten başka bir yemek seçeneği yok.
Burada biraz açlığımızı
bastırdıktan sonra Rossio Meydanı’na geldik. Dikdörtgen şeklindeki ferah
meydanda yeni yıl için kurulan küçük Christmas Market’e bakındıktan sonra tüm
bloglarda yazan ve her gidenin sadece meraktan mutlaka denediği “A Ginjinha”da
vişne likörünü denedik. Toplamda 5
kişinin yan yana duramayacağı küçücük dükkânda sadece vişne likörü satışı var,
1 küçük shot 1,5 euro. Gelmişken tadına baktık ama sıradan bir likör, çok bir
şey beklemeyin.
Sırada Rossio Meydanı’nın sahile
doğru sağ alt köşesinde bulunan, Baixa – Chiado ve Barrio Alto Bölgeleri arası
geçişi(Portekiz’in tepelik bir bölge olduğunu düşünürsek) kolaylaştıran “Santa
Justa Lift” var. Zaten önündeki sıradan doğru yere geldiğimizi hemen anladık.
Lisboa card ile asansör ve en tepesindeki manzara terası ücretsiz, normal
fiyatı 5,15 euro. Asansörle çıkarken etrafı göremiyorsunuz ancak terasın dört
bir yanından Lizbon manzarası gerçekten şahane…
Baixa Bölgesi’ne geçtiğimizde
hava kararmaya başlamıştı. Bölgedeki caddelerin yeni yıl süslemeleri, Largo do
Chiado Caddesi sonundaki “Praça Luis de Camoes”e kurulan ışıl ışıl dev noel
baba, sokak çalgıcılarının keyifli müzikleri ve tarihi binaların nostaljik
görüntüsü içerisinde 1 saat filan dolandık.
Artık karnımız iyice açıktı.
Yeşil metro hattında Baixa-Chiado durağından binip Martim Moniz’de indik ve
ünlü böcekçi Ramiro’ya kadar yürüdük.
Burası hakkında giden herkesten ve okuduğum bloglardan güzel şeyler
duymuştum. Girişte bulunan bilgisayardan dil ve kişi sayısını seçerek sıra
numarası alıyorsunuz, sıranız geldiğinde de kendi dilinizde
çağırılıyorsunuz. İki katlı, farklı salonlardan
oluşan ve tıklım tıklım bir restoran. Yukarıdaki masamıza geçene kadar
gözlerimi masalardaki envaı çeşit böceklerden alamadım. İnsanın iştahını
kabartan kokudan zaten bahsetmiyorum bile.
Biz tere yağda karides, ızgara
jumbo karides, yengeç ve istiridye yedik. En çok karidesleri beğendik.
Portrekiz’e genel olarak ucuz diyorlar ama kurdan dolayı belki bize süper ucuz
filan gelmedi, iki kişi için bayağı iyi bir hesap ödedik.
Aralık ayında hava bakımından
gelinebilecek en doğru yere geldiğimize karar vererek, güzel havanın tadını
çıkardık ve yemek sonrası otele kadar yürüdük. Uraz pusetinde uyudu, tüm günün
koşturmacasına maşallah iyi bile dayandı.
2.günümüzde Rossio Meydanı’nın
hemen arkasında bulunan Square of thw Fig Tree (Fig Tree Meydanı)’nin köşesinde
bulunan “Confeitario Nacional”da kahvaltı yaptık. Bence son derece vasattı; önce
çay fincanları pis geldi, sonra sipariş yanlış… Neyse iyi kötü yedik bir şeyler
kalktık.
İstikamet “Belem Kalesi”(Torre de
Belem)… Yeşil hatla “Rossio”dan “Cais do Sodre” durağına, ordan da Belem’e
giden trenine aktarma yaptık(Lisboa card ile trenler ücretsiz).
Belem durağında inip kaleye doğru
Tejo Nehri kenarından yürürken San Francisco'da bulunan Golden Gate Köprüsü’nün
benzeri 25 Nisan Köprüsü (25th April)’nü
tüm ihtişamıyla görebilirsiniz. Aynı zamanda karşı tarafta bulunan İsa heykeli
de şehrim önemli simgeleri arasında yer alıyor.
Sahilden devam ederken karşımıza
“Kaşifler Anıtı” yani “Padrao dos Descobrimentos” çıkıyor. Anıt, 15. yüzyılda ülke
kâşiflerinin sefer yapmalarını teşvik eden, denizci Henry’nin 500. ölüm yıl
dönümü anısına 1960 yılında inşa edilmiş. Anıt üzerinde, denizci Henry,
krallardan Alfonso V, Pedro Alvares Cabral, Vasco Da Gama ve Ferdinand Magellan
ile önemli görevler üstlenmiş din adamları, matematikçiler ve diğer kaşifler
bulunuyor. Müze ve sergi salonlarıyla toplam 7 kattan oluşan anıtın en üst
karından eşsiz Lizbon manzarasını izleyebilirsiniz.
Sonrası Belem Kalesi… Kaleye
giriş 6 euro, ama bizi pusetle gören görevli bizi sıradan çıkararak kenardan
içeri aldı, ne sıra bekledik ne de ücret ödedik. Çıkışta dikkat ettim pusetle
bekleyen aileler vardı, o görevli orda bize denk geldi ve jest yaptı sanırım.:)
Kalenin içerisinden yukarı çıkmak
için 90 küsur basamak var ve iniş çıkış sırayla. Kırmızı ve yeşil ışıkla yaya iniş
çıkış trafiğini dengelemişler. Kalenin en üstünde çevreye tepeden bakıp
fotoğraf çektirebilirsiniz.
Kaleden çıktıktan sonra
geldiğimiz yöne, sahilden değil deciç kısımdan yürüyerek ünlü ve en lezzetli Pastel
Da Nata’yı yemek için Belem Pastanesi (Pasteis De Belem)’ne doğru yola
koyulduk. Sabah kahvaltı yaptığımız Confeitario Nacional’da da denemek için
yemiştik ama gerçekten hiç alakası yok. Bir kere burada taze, sıcak sıcak
geliyor, üzerine de isteğe göre pudra şekeri ya da tarçın ilave ederek yiyorsunuz.
Dışı incecik çıtır çıtır milföy hamuru içi ise şahane bir pastane kreması; tadı
bana sahlebi andırdı. Veee bir tane asla yetmedi, yetmez. Buraya gelirken Uraz
uyudu ve pastane boyunca uyanmadı, biz de sakin bir anne baba saati yapmış
olduk.
Şehre dönmeden yol üzerinde daha
önceden gitmeyi planladığımız moda, tasarım, vintage ürün satan dükkânların
bulunduğu LX Factory’e uğradık. Çok şık ve tasarım ürünler var ve fiyatları
oldukça pahalı. Biraz dolandıktan sonra Uraz’ın karnını doyurmak için bir kafede
oturup pizza yedirdik.(Biz de tadına baktık tabii)
Lizbon’un diğer bir bölgesi olan Alfama, oldukça dar ve dik
yokuşlu, bu nedenle burayı elimizde pusetle yürüyerek gezmeyi gözümüz pek kesmedi
ve Martim Moniz Meydanı’ndan kalkan 28 nolu sarı tramvay ile gezmeye karar
verdik. Tramvay oldukça turistik, durakta sıra çok, tramvayın içi kalabalık, bu
nedenle dikkatli olmakta fayda var.
Alfama Bölgesi’nde Campo de Santa Clara caddesinde sabahtan
akşam 17:00’ye kadar devam eden, Salı ve Perşembe günleri açık olan “Feira da Ladra” pazarına gitmeye
niyetimiz vardı ancak saat zaten 17:00’i geçtiği için geç kalmıştık, merakı
olanlarının bilgisine... Biz tramvaydan hiç inmeden Baixa Bölgesi’ne
kadar gittik, zaten inseymişiz de bir daha binmemiz çok zor olurmuş çünkü bölgedeki
her durakta çok sıra vardı.
Baixa’da “Largo do Carmo”
caddesinin ilerisinde yer alan, tavsiyeler üzerine gittiğimiz “Faca&Garfo” restoran
sadece 7 masalı, çok yerel bir aile işletmesi. Menü de son derece sade,
yediğimiz ahtapot, morina balığı ve sardalye inanılmaz lezzetliydi, kesinlikle
tavsiye ediyorum. Çıkışta Uraz’a söz verdiğimiz için Santini’de dondurma yiyip,
metro ile otelimize döndük.
3. günümüzde Lizbon’a trenle 40
dakikalık mesafedeki Sintra kasabasına gittik. Trenler Rossio meydanından
kalkıyor ve Lisboa card geçiyor. Sintra’da trenden istasyonundan çıkınca sağ
tarafta 434 ve 435 nolu otobüsler var. Kasaba son derece tepelik ve sokaklar
dar olduğu için görülecek yerlere yürümek çok zor, macera aramaya hiç gerek yok….
Kasabada görülmesi gereken 3-4 turistik yer var, otobüsler hepsine uğruyor ve
sonrasında aynı otobüslerle Cascais’e (bizim Şile gibi bir sahil kasabası, biz
gitmedik) ya da Avrupa’nın en batı ucu olan Roka Burnu(Cabo da Roca)’ndan Atlantik
Okyanusu’nu karşı günbatımını izleyebilirsiniz.
Biz Sintra’da sadece “Palacio
National de Pena”ya gittik. Kale, çocukken kullandığımız MonAmi pastel
boyalarının üzerindeki kale gibi rengârenk, çok sevimli. Otobüsten kalenin alt
kısmında inip, giriş için bilet alıyorsunuz, kişi başı 14 euro, bir de
tırmanmak istemiyorsanız kişi başı 3
euro da kale içerisinde iniş çıkış için ücreti var. Beni bilenler müze
gezmeyi çok sevmediğimi iyi bilir, o nedenle itiraf etmemde sakınca yok ki;
kalenin dışı içinden çok daha etkileyici… Renklerin canlılığı ve nefes kesen manzarada
çok güzel fotoğraflar yakalamak mümkün.
Sintra dönüşü trenle “Cais do
Sodre” durağında inip en keyif aldığımız yerlerden biri olan “Mercado da
Riberia” diğer adıyla “TimeOut Market”e gittik. Burası bizim yurtdışı
seyahatlerimizde gitmeyi en sevdiğimiz market tarzı; balıkçısından etçisine,
tatlıcısından şarapçısına birçok farklı restoran bir arada. Herkes istediği
yiyeceği alıp ortadaki masalara oturuyor, fonda hafif bir müzik ve keyifli bir
sohbet. Bizim Lizbon’daki son akşamımız tam da böyle oldu… Uraz’a ipad açtık, (malum
tüm gün kültürel geziden hiç izlemedi), bir yandan ona yedirdik, bir yandan da
biz yemeğimizi yerken yanımızdaki orta yaş üzeri Fransız çift ile sohbet ettik.
Otele dönerken Uraz günün tüm yorgunluğu ile pusetinde uyuyakaldı. Yatmadan önce valizi toparladık çünkü yarın sabah erkenden trenle Porto’ya geçeceğiz.
Otele dönerken Uraz günün tüm yorgunluğu ile pusetinde uyuyakaldı. Yatmadan önce valizi toparladık çünkü yarın sabah erkenden trenle Porto’ya geçeceğiz.