LOVE

LOVE

11 Nisan 2018 Çarşamba




BELGRAD
Son dakika rotası; Belgrad

 
Gerçekten de çok son dakika oldu. Aleksandropolis mi, Selanik mi derken bir baktık ki Belgrad’ı araştırıyoruz.
Eşimin 3 günlük boşu olunca değerlendirelim dedik ve Çarşamba akşamı Cuma sabahı Belgrad’a gitmek üzere bilet aldık, otelimizi ayarladık. Perşembe günü de nereleri gezilir, ne yenir ne içilir onlara baktık, oldu bitti. Belgrad için hazırız.
Geçen haftaki günü birlik çocuklu Barcelona kaçamağından sonra Belgrad’ı 1 gece çocuksuz yapmaya karar verdik. THY’de Belgrad’a sabah-akşam olmak üzere karşılıklı günde iki sefer bulunuyor. Biz Cuma sabah 7:40 uçağı ile gidip, Cumartesi akşam 20:20 uçağı ile döndük, gayet yetti.
Belgrad Nikola Tesla Havalimanı oldukça küçük..Havalimanı’ndan çıkar çıkmaz sol tarafta bulunan A1 otobüsleri ile direkt şehre iniliyor. Kişi başı 300 Sırp Dinarı(RSD). (1 TL yaklaşık 28 RSD, yani otobüs bileti 1 kişi 300 RSD/28= 10,70 TL) Taksiler de var, onlar da yaklaşık 1.200-1.500 RSD tutuyor, 4 kişiyseniz daha mantıklı olabilir.
A1 otobüslerin belirli üç durağı var oralarda duruyor. Siz otelinize yakın durağa göre inip yürüyebilirsiniz ki zaten Belgrad şehir merkezi oldukça küçük ve hemen her yer yürüme mesafesinde bulunuyor.
Saat 11:00’e doğru otele vardık ancak odamız boş olmadığı için yerleşemedik. Resepsiyondaki görevli odamız hazır olduğunda telefonla bilgi vereceklerini söyleyince biz de valizimizi teslim edip şehir turuna başladık.
Bu arada otelimizden çok memnun kaldık; Eden Luxury Suites Terazije. Terazije Square’de bulunan meşhur Hotel Moskva Belgrad’ın hemen çaprazında bulunan otelimizin konumu harika ancak girişi pasaj girişi şeklinde olduğu için biz hemen bulamadık. Haritada bir baktık ki geçmişiz ama görmemişiz, tekrar dönüp dikkat edince tabelasını fark ettik. Küçük ama gayet modern ve çok daha önemlisi çok temiz. 
HAMBURGERCİ
Otelin hemen sağ tarafında bulunan, en bilinen ve hareketli cadde Knez Mihailova bizdeki İstiklal Caddesi kıvamında. İş günü, sabah saatleri ve bir de havanın hafif yağmurlu olmasından sebep cadde bayağı bir sakindi.
Knez Mihailova Caddesi’nde bulunan Rajiceva Shopping Center’ın yan kapısının hemen karşısında bulunan Submarine’de yediğimiz homemade hamburger, uzun zamandır yediğimiz en iyi hamburgerdi diyebilirim ya da biz çok acıkmıştık, bize çok lezzetli geldi. Hele ortaya sipariş ettiğimiz beyaz trüf mantar soslu patates kızarması efsaneydi. Bu arada hamburger ekmeğinin beyaz ve tam buğday seçenekli olması da ayrıca güzeldi.
Sonra yürüye yürüye diyeceğim ama aslında oldukça yakında, caddenin sonunda bulunan Belgrad Kalesi (Kalemegdan)’ne gittik. Kale’nin girişi ücretsiz. Kale’nin bahçesinde  Osmanlı döneminden kalan III.Ahmet döneminde sadrazamlık yapmış olan Mora Fatihi Damat Ali Paşa’nın türbesi ve Sokullu Mehmet Paşa’nın çeşmesi bulunuyor. Kale’nin alt tarafında da Şeyh Mustafa’nın türbesi bulunuyor. Kale’nin ön tarafındaki tepeden Sava ve Tuna Nehri’nin kesiştiği noktaya şahitlik edebilirsiniz. Yine Kale’nin ön tarafında yer alan Zafer Anıtı(Pobedlik) de Osmanlı’dan izler taşıyor.  Şöyle ki; anıt Sırpların I.Balkan Savaşı’nda Osmanlı İmparatorluğu’na karşı kazandıkları zaferin anısına dikilmiş. Hava güzel olsaydı Kalemegdan içerisinde Sava Nehri manzarasına karşı konumlanmış Cafe’de çok keyifli vakit geçirilebilirdi ancak bize kısmet olmadı.
Kale’den çıkıp Knez Mihailova Caddesi’nden sol aşağıya Kralja Petra Sokağı’ndan inerken hemen sol tarafta yer alan ve Belgrad’da bugün hala ibadete açık olan tek cami olan “Bayraklı Camii(Bajraklı Mosque)” de görmüş olduk. Kanuni Sultan Süleyman zamanında yapılan camiye bayraklı denilmesinin nedeni üzerinde İslamiyet’i simgeleyen bayraktan geliyormuş.
Aşağı doğru devam ederek Strahinjca Bana Bölgesi’nde yer alan yerel bir kafede mola verdik. Pastis Bistro Cafe turistlerden çok Sırp gençlerinin takıldığı bir kafe olması nedeniyle ayrıca hoşumuza gitti. Masada oturan 3-4 kişilik gruba sonradan gelenlerin de eklenmesiyle kalabalıklaşan masaların yanı sıra kitabını alıp tek başına kahvesini içen masalarla son derece keyifli ve hareketli bir mekândı. Tek kötü yanı içeride sigara içiliyor olması. Bu arada yalnız burada değil, Belgrad’da her yer sigara içmek serbest, o nedenle bizim gibi sigara kullanmıyorsanız kapalı alanlarda ara ara rahatsız olabilirsiniz, hazırlıklı olun.
Sonraki durağımız Bohem Mahallesi diye geçen Skadarlija (Skadarska). Arnavut kaldırımını andıran taşlarla döşenmiş ve trafiğe kapalı bu sokakta sağlı sollu barlar ve restoranlar bulunuyor. Bizim de tavsiyelerle gittiğimiz ve akşam yemeğini yediğimiz, Balkan yemekleri yapan meşhur Dva Jelena’da bu sokakta bulunuyor. Hazır gitmişken rezervasyonumuzu da teyit ettik, zira rezervasyonsuz gitmemenizi öneririm, yer bulunmayabiliyor.
Soluğu otelde aldık, odamıza yerleştik ve akşam çıkacağımızı da düşünerek iki saat dinlendik. Saat 19:30 gibi otelimizden çıkıp Dva Jelena (The Two Deer Restaurant)’a gittik. Balkan müzikleri eşliğinde çok keyifli bir yemek yedik. Menüden ben “Teleca Rebra”, eşim de “Juneci Medaljoni” seçtik, ortaya da başlangıçlardan bir peynir söyledik ama yemeklerimizi bitiremedik. Porsiyonlar oldukça büyük, fiyatlar uygun. Arka masamızda doğum günü kutlayan bir Türk çift bize pastalarından, biz de onlara 1 porsiyon ama 4 büyük büyük parçadan oluşan tatlımızdan (oraya özgü cevizli-üzümlü fırında pişen krem - adını almamışım) ikram ettik, Türk usulüJ İyi ki ayrı ayrı iki tatlı söylemedik, porsiyonlar gerçekten normalden büyük.
Yemek sonrası meşhur Belgrad gece hayatını görmek üzere Savamala Bölgesi’nde bulunan Hype’e gittik. Martinez, Hype ve Remix üç gece kulübü yan yana, Martinez ile Hype’a aynı kapıdan giriliyor… Belki okuduklarımızdan dolayı biz büyük bir beklentiye girdik ama birçok blogda yazılanın aksine biz çok etkilenmedik. Erkek nüfusu oldukça fazla, mekân dekorasyonu bizimkilere benziyor, müzikler ve kızlar güzel ama “gece hayatında bir numara” gibi bir durum yok. Dışarı çıktığımızda oksijen iyi geldi çünkü belli bir saatten sonra sigaradan dolayı içerisi gerçekten çok bunaltıcı oldu. Muhtemelen yazın açık havada bu kulüpler çok daha keyifli olur.
Sabah 11:00’de check-out yaptık ve valizimizi otele bırakıp Belgrad’ı dolaşmaya devam ettik. Bugün sakin sakin kafamıza göre gezeceğiz, çok fazla bir yer kalmadı zaten. Floresan lambayı, neon ışıklarını, hızölçeri, radarın temellerini, elektron mikroskobunu ve mikrodalga fırını icat eden Nikola Tesla'nın müzesini ve Slavia Meydanı’nda Balkanların en büyük Ortadoks Kilisesi olan Aziz Sava Katedrali’ni gezdik. Ara sokaklarda kaybola kaybola, yoruldukça gözümüze kestirdiğimiz bir kafede bir şeyler yiyip içerek gönlümüze göre dolandık.
Belgrad’ın simgelerinden Hotel Moskva Belgrad’ın pastanesinin gelmeden çok methini duymuştum ki gerçekten pastalar görsel bir şölen sunuyor ama iç ortamının bize biraz klasik ve kasvetli gelmesinden sebep, hemen 50m ilerisindeki Aviator Coffee Explorer’ı tercih ettik ve çok memnun kaldık, tavsiye ederim.
Sokak ve caddelerde Vandalizm örnekleri çok fazla, binalar eski ve köhne… Şehrin genelinde savaşın izlerini hissetmemek mümkün değil… İnsanları son derece sevecen, sıcakkanlı ve güler yüzlü. Halk genel olarak yeme içmeyi ve eğlenmeyi seviyor. Bu arada dikkatimizi çekenler;  çay ya da kahvenin yanında su getiriyorlar, çayın yanında şeker yerine bal getiriyor ki ballarını biz çok beğendik hatta bizdeki gibi sokak standlarında satan yerel satıcılardan birinden bir kavanoz aldık. Yemeklerde kuver ekliyorlar, ekmek istiyorsan cüzi miktarda ücret alıyorlar ama değer, ekmekleri çok lezzetli.
PAZARSKI
Şehirden ayrılmadan son yemeğimizi de, yine Knez Mihailova’nın(yazdıklarımdan da anlaşıldığı üzere, Karışık ve büyük bir yer değil, genelde her yer Knez Mihailova Caddesi’nin etrafında yer alıyor) paralelinde yer alan Balkan Restoranı Manufaktura’da yedik. Dün akşam yiyemediğimiz meşhur “cevapi” kebabını ve ünlü mezeleri “ajvar”ı burada deneme fırsatı bulduk. “Cevapi” adı altında birkaç çeşit kebap vardı, “fark nedir?” diye sorduğumuzda “cevapi”nin dana ve domuz eti karıştırılarak, “pazarski”nin ise sadece dana etinden yapıldığını öğrenmiş olduk ve tercihimizi “pazarski”den yana kullandık. Mezelerinden “ajvar”ın muhteviyatı kırmızıbiber ve patlıcan, içine eklenen sarımsak ve baharatlarla gerçekten çok lezzetli bir meze. Manufaktura ve havalimanındaki duty free dâhil hemen her yerde bulabilirsiniz.
TREN İSTASYONU
Havalimanına taksi ile ya da havalimanından şehre inilen A1 nolu otobüs ile gidebilirsiniz. Otobüsün üç ayrı durağı var, bunlardan size yakın ve uygun olan birinden(biz tren istasyonunun hemen önünde bulunan duraktan bindik, saat başları dâhil 20 dakikada bir otobüs var) binerek 20-30 dakika içerisinde havalimanına ulaşabilirsiniz. Şehre inerken de havalimanına giderken de otobüsü kullandık, son derece rahattı ve fazla kalabalık değildi, fiyat yine aynı 300 RSD.
Daha öncede belirttiğim gibi havalimanı oldukça küçük ama yeme içme yerleri, duty free derken zaman geçiyor. Bu arada bir not daha, duty free fiyatları bizimkine göre biraz daha yüksek geldi bana, siz de bir bakarsınız.
Sonuç olarak, gittik, gördük, gezdik, yedik, içtik, eğlendik, bedenen yorulsak da ruhen dinlendik… Evet Beldrad’a çok bayılmadık ama hafta sonu bir gecelik bir kaçamak için, lezzetli Balkan yemeklerinden yemek ve gece eğlenmek için son derece keyifli bir alternatif.
Bir sonraki seyahate kadar hoş kalın…
Selin

4 Nisan 2018 Çarşamba


Holaaaa Barcelona…. 

Biliyorsunuz ana-oğul bize kapı gıcırtısı olsun yeter, hemen düşeriz yollara… Babamızın yatısı hafta sonuna denk gelince biz de onu yalnız bırakmadık tabiii ve 1 günlüğüne Barcelona’ya gittik… Bu sefer babaannemiz de bizimle geldi.
Uçağımız Cuma akşamı saat 20:00 civarındaydı. Hava alanına gitme, check-in, pasaport kontrolü derken telaştan yemek geç saate kalacak diye evden çıkmadan Uraz’ın karnını doyurdum. Çocuk aç kalacak diye içim içimi yemedi, kafam rahat etti.
Uçak sistemindeki çocuk videoları, oyuncaklar, yemek faslı derken açıkçası önceki seyahatlerimize göre çok daha rahat geçti. Sanırım büyüdükçe hem laftan anlıyor hem de neyin ne olduğunu… Son bir saat, artık her şeyden biraz hevesini alınca, eee bir de uyku bedene girince biraz huysuzluk yaptı ama o kadar da olacak artık. Biz büyükler bile bir süre sonra sıkılıyorken, 2,5 yaş için gayet normal. Yarım saatte olsa uyuyunca ben de bir keyif kahvesi içtim.
Otele geçiş yolu, oda vs.. o saat için ilgisini çekecek çok fazla etken olmasına rağmen uçakta fazla uyumadığı için otelde tekrar uyuması da çok uzun sürmedi.

Sabah erkenden kalkıp kahvaltı için yollara düştük. İlk durağımız, birçok farklı yerden tavsiyesini duyduğumuz Milk Bar&Bistro (http://www.milkbarcelona.com/). Port’a yakın bir ara sokakta, giderken “acaba adres doğru mu?” diye şüphe edebilirsiniz. Bu arada 09:00'da açılıyor ve 09:15'ten sonra sıra beklemek zorunda kalabilirsiniz, ona göre erken gidin derim, biz ucu ucuna kurtardık ama bizden sonra gelenler sıra bekledi.
 
Menüde birçok seçenek olsa da ilk dikkati çeken “Turkish egg” oluyor. Bu bizim bildiğimiz anam babam usulü çılbırın makyajlı hali. Sunumunun yanında lezzeti de gerçekten çok çok başarılı ama yoğurdu yoğun sarımsaklı, sevmeyen olabilir bilginize. Diğer tercihimiz de Mediterranean Toast; tam buğday ekmeği üzerine peynir, avokado ve sahanda yumurta… Son olarak ve özellikle bahsetmek istediğim de pancake…. Ben normalde pek sevmem ancak yediğim en en başarılı pancake olduğunu iddia ediyorum, önerisi benden denemesi sizden…

Böyle kallavi bir kahvaltı üstüne ağırlık çökmedi değil tabii ama zamanımız kısa, gezilecek yer çok, haydi tabanlara kuvvet… Milk’ten çıkıp sağ tarafa dönünce Barcelona’nın muhteşem dar sokakları arasında kaybola kaybola meşhur La Rambla Caddesi’ne çıkılıyor. Katalunya Meydanı ile Columbus Monument Heykeli(Port’a yakın,sahilde) arasında yer alan bu ünlü caddede sağlı sollu birçok hediyelik eşya mağazası, kafeler ve otellerin yanı sıra keyifli birçok sokak gösterisi yapılıyor. Aynı zamanda sahilden meydana doğru çıkarken sol tarafta yer alan Mercat de la Boqueria(Semt Pazarı)’da çiğ ve pişmiş envai çeşit et-balık ürünleri, şeker, sebze, meyve ve meyve suyu bulabilirsiniz. Özellikle görüntüleriyle görsel bir ziyafet sunan dilimlenmiş ve karışık hazırlanmış take away meyve dilimlerinden bir kap alıp,  yiyerek pazarın keyfini çıkartmanızı öneririm. Bu özellikle Uraz için harika bir ara öğün oldu.  
 
Hava güzel olmasına karşın inanılmaz rüzgârlıydı. Özellikle La Rambla’daki ağaçlardan dökülen polenler rüzgârın da etkisiyle havalarda uçuşuyor, insanın gözüne gözüne giriyordu. Uraz’ı her ihtimale karşın yanımıza aldığımız naylon puset örtüsüyle, kendimizi de güneş gözlükleriyle koruyabildik.
 
Pazar sonrası sola dönerek Katalunya Meydanı’na çıktık ve Starbucks’da bir kahve molası verdik. Yürürken denk geldiğimiz küçük bir alışveriş merkezinin çocuk bölümünde Uraz’ın da gönlünü yaptıktan sonra sıradaki durağımız; Passeig de Gracia Bulvarı’nda yer alan Casa Batllo ve Casa Amatller…

Dış mimari olarak ilginç görünümlü Casa Batllo, İspanyol mimar Antoni Gaudi tarafından 1904-1906 yılları arasında yapılmış. Dış yüzeyi rengârenk şekerlerden yapılmış gibi duran binanın giriş ücreti 24.50 Euro. İlk katında yer alan ince sütunlar nedeniyle Casa Batllo’ya “Kemikler Evi” de deniliyor. (https://www.casabatllo.es/en/)  
Casa Batllo’nun hemen yanında bulunan ve Mimar Puig i Cadafalch'ın önemli bir eseri olan Casa Amatller (Amatller Evi Müzesi) de, Barselona'daki modernist Katalan mimarisinin en güzel örneklerinden biri. Giriş ücreti 19 Euro. (http://amatller.org/en/)
Binaların hemen önünde yer alan “Passeig de Gracia” metro durağından mor L2 hattında Badalona yönüne binerek “Sagrada Familia” durağında indik ve bitmeyen kilise Sagrada Familia’nın tam önüne çıktık.
 
Gaudi'nin ve Katalan Mimarisi'nin başyapıtı olan Sagrada Familia Kilisesi Barselona'nın sembolü. 1882 yılında yapımına başlanan kiliseyi 3. görüşüm ve halen inşaat devam ediyor, 2026 yılında tamamlanacağı söyleniyor. Giriş ücreti kulaklık, rehber gibi seçeneklere göre 15 ila 29 Euro arasında değişiyor, 10 yaş altı çocuklar ücretsiz. (http://www.sagradafamilia.org/en/)
 
Buradan Port’a gitmek için Sagrada Familia’nın biraz ilerisinde bulunan “Verdaguer” durağından sarı L4 hattı ile La Pau yönüne binerek “Barceloneta” durağında indik. Biraz Port’u gezelim dediysek de o kadar çok rüzgâr vardı ki soluğu yine birçok farklı yerlerden tavsiyesini duyduğum ünlü paellacı’da aldık; 7 Portes. Yeri hemen Port’un karşı tarafında, sabah kahvaltıya gittiğimiz Milk’e de çok yakın.
 
Yanımızda babaanne ve Uraz olduğu için çok kabuklulara girmeden başlangıç seçimimizi kalamar tavadan yana kullandık. Sonrasında da muhteşem deniz mahsullü paella… Tek kusuru azıcık tuzlu olmasıydı, ama o kadarı kadı kızında da olur yani.. Kahvemizin yanına tatlı olarak bir tane creme brulee söylemiştik ama Uraz o kadar iştahla yedi ki, biz de yiyebilelim diye bir tane daha söyledik. Gerçekten başarılı… (https://7portes.com/en/)
 
Bundan önceki gelişimizde de Port’ta History Museum of Catalonia’nın altında “Restaurante Cal Pinxo”’da paella yemiştik, o da çok lezzetliydi.
 
 
Bu seyahat için bir de yarım saatlik (yemekli ve bir saatlik olanları da var ama gidenler çok ticari olduğunu söyledi) bir Flamenko (https://www.masimas.com/en/tarantos - La Rambla’dan yukarı doğru çıkarken sağ paralelde, antika pazarının olduğu meydanda) gösterisi planımız vardı ama saatini denk getiremedik, neyse bir dahakine inşallah.. Yine gelmek için bahanemiz olsun…
 
Yemek sonrası taksiyle otele geçtik. Babaanne dinlenirken, biz geleneksel yurtdışı market alışverişimizi yapmak üzere otelin hemen yanındaki süpermarkete gittik. Hemen hemen her ülkede bir markete uğrayıp yiyecek içecek gibi farklı ürünler( sos, bal, atıştırmalık, peynir ve özellikle nacho-bizdeki cipslerden çok daha lezzetli) almayı seviyoruz. Ben bir de yurtdışındaki meyveli yoğurtların hastasıyım ama maalesef patlama riskine karşı genelde alıp orada yiyorum. Yanımda getirmeye cesaret edemiyorum çünkü el bagajında getirmek için 1-2 denemem oldu, hepsini de kontrollerde bırakmak zorunda kaldım.
 
Bu arada Uraz nerede mi? Arada market arabasının içinde oturup etrafa laf atmakla, ara ara da aşağıya inip reyonlardan kendine bir şeyler seçmekle meşgul…
 
Velhasıl valiz toparla, Uraz’ı uyut derken biz de resmen sızmışız. Sabaha karşı 03:00’te kalkıp havalimanına gittik. Barcelona havalimanında duty free saat 06:00’da açıldığı için her kapalıydı, o nedenle açıkçası uçak saatine kadar zaman biraz zor geçti.

 
 
Uçak kalkarken Uraz süt istedi, sütünü içti ve inişe geçene kadar yarım kalan uykusuna devam etti. “Çocuklar huzurlu, anneler mutlu” dedikleri tam olarak bu sanırım…
Bu seyahatte anladım ki; oğlum büyüyor… Eski seyahatlerimize göre gerek uçak yolculuğu esnasında gerekse şehri gezerken çok daha bilinçli, laf dinleyen, merak edip soran, neyin ne olduğunu anlayan hali beni gerçekten çok etkiledi ve mutlu etti. “Daha küçük anlamaz, getirmek götürmek zor olur” demeyin, bence çocuklarınızı da seyahatlerinizde(istisnalar kaideyi bozmaz) mümkün olduğunca götürmeye çalışın. Ne kadar erken yaşlarda alışırlarsa ileride o kadar uyumlu olurlar, seyahatlerde hem kendileri keyif alırlar hem de size huzur verirler. 
 
Sevgiyle kalın…
Selin