LOVE

LOVE

3 Kasım 2017 Cuma


Çeyizler bazadan çıkınca…..

Gelin olup da çeyizi olmayan var mı ki..? Annelerimizin genç kızlığımızdan itibaren büyük bir özen ve emekle yaptıkları ya da yaptırdıkları el emeği göz nuru çeyizler….
Ben hep anneme “sakın boşuna bana çeyiz filan yaptırma, kullanmam” derdim. Sağolsun zaten annem de, bu dönemde çeyizlerin fazla kullanılmadığının ve piyasada çok daha modern ve renkli çeyizliklerin olduğunun farkındaydı. Hatta babam bile anneme “boşuna bunlarla uğraşıp gözlerini yorma, sen bile kendi çeyizlerini kullanmıyorken bu dönemde senin kızın mı kullanacak. Onun yerine her ay kenara bir altın koy, zamanı gelince kendi zevkine göre alsın” derdi.
Buna rağmen benim de çok olmasada tabii ki çeyizim oldu, adet yerini buldu. Ancak gerek zevklerin gerekse tercihlerin değişmesiyle çeyizler sandıklarda hatta bazalarda sararmaya yüz tuttu. Benimkiler de dahil…
Eylül ayında ev değişikliği nedeniyle tamamen unuttuğum çeyizlerimle yeniden karşılaşma fırsatım oldu. Taşınma kararıyla 5 yıldır kullanmadığımız eşyalarımızı ihtiyacı olanlara vermeye ve evi biraz boşaltarak yenilere yer açmaya karar verdim. Sıra baza içerisindeki çeyizlere geldiğinde bohçayı açarken aynı şekilde kapatacağım konusunda çok nettim. Ama iğne oyalarını elime aldığımda, bir anda başımın üstünede bir baloncuk çıktı, başımda bir ışık yandı ve “bunlarda çok şık ve nostaljik yatak başı dekoru olur” diye düşündüm. Gözümün önünde kasnak içerisinde duvarda asılmış halleri geldi ve o hevesle iğne oyalarımı bağrıma bastım…
İlk fırsatta, elimde iğne oyalarım Bakırköy Ak Çarşı’daki tuhafiyelere gittim ve o boyutlarda kasnak aradım. Tam da hayalimdeki gibi kasnakları daha ilk dükkanda bulmam da şahane oldu. Bir de sertleştirmek için dantel kolası aldım.
Yapılışı ise tahminimden çok daha kolaymış, adım adım anlatmaya çalıştım;
İstediğimiz sertliği kola miktarını arttırıp azaltarak ayarlayabiliyormuşuz. Ben bir miktar sıcak su içerisine 2 yemek kaşığı kadar kola atıp erittim. Sonra iğne oyalarını içine batırarak biraz beklettim ve düz bir yerde 1 gün boyunca kurumaya bıraktım. Ne çok sert ne çok yumuşak oldu, tam kıvamında.
Kasnakların içerisine yerleştirdiğim iğne oyalarının yerlerini kendi zevkime göre belirledim. Eşim de sağolsun astı. Gerçekten de odanın havası inanılmaz değişti.
Şöyle bir kaşısına geçip bakınca beğenmenin yanı sıra hiç aklımda yokken annemin emanetlerini baş ucumda bu şekilde değerlendirdiğim için inanılmaz bir huzur duydum.
Diyeceğim o ki, haydi sandık başına, baza başına… Kim bilir sizlerde ne emekler ne emanetler var. Tam da eskiler moda olmuşken değerlendirmenin tam zamanı…
Not:Çeyizleriniz var ama ne yapacağınızı bilemiyorsanız, fotoğraf paylaşırsanız seve seve yardımcı olmaktan ve nacizene görüşümü paylamaktan mutluluk duyarım.

Sevgiyle kalın….
Selin

 
 
 
 
 
 
 

 

18 Ekim 2017 Çarşamba


Uraz 2 Yaşında…

Beni tanıyanlar pek inanmayacak amaa, gerçekten hiç de niyetim yoktu bu sene doğum günü yapmaya. Uraz doğduğundan bu yana bizimle birlikte olan yardımcımızın özel bir sebeple aniden ülkesine dönmesi, ardından hızlıca taşınma kararı almamız, hem yeni evin yerleşmesi hem yeni yardımcının alışması derken tam 15 günde kendimizi yepyeni bir düzenin içerisinde bulduk. Bu süreçte hem ruhen hem de bedenen çok fazla yoruldum, yıprandım. Dolayısıyla da kendimde bir doğum günü partisini organize edecek gücü bulamıyordum.
Bu sene evde aile arasında bir pasta keseriz kafasındaydım, ta kii pastanın nasıl olacağına karar verene kadar. Uraz son dönemde her erkek çocuğu gibi ambulanslara, kamyonlara, buldozerlere merak saldı. Bende bu tarz bir pasta yaptırayım diye düşünürken, Pelit’in kataloğunda tam da hayal ettiğim pastayı buldum. Pasta öncesi de çayın yanına börek, kısır, dolma ayarladık mı, tamamdır.  
Ama sonra içim bir rahat etmedi. İnternette inşaat temasını araştırdım ve Pinterest’te bu konseptte yapılmış çok güzel örnekler buldum. Bir şey yoktur ama bir de parti malzemeleri satan internet sitelerine bakayım dedim ve tam anlamıyla şok oldum. İtfaiyecisi ayrı, inşaatı ayrı, tamircisi ayrı… Hepsi için de peçetesinden tabağına, düdüğünden şapkasına bir sürü malzeme var. Bu saatten sonra beni tutabilene aşk olsun tabii..
İnternetten ihtiyacım olan parti malzemelerini, Pelit’ten de pastayı sipariş ettim. Bir de inşaat ya da yollarda kullanılan sarı levhalar var ya, onlara değişik mesajlar yazdırarak süslemede kullanmak istedim. Araştırmalarım sonucunda da “levhaal.com” sitesi ile iletişime geçtim ve çok yardımcı oldular. İstediğim ölçülerdeki levhalara istediğim mesajları basarak 3-4 gün içerisinde adresime ulaştırdılar. Bir de bunlara ek olarak yine benim internette konu ile ilgili bulduğum bir görsele, verdiğim bilgileri girerek davetiye hazırladılar ve bana mail ile gönderdiler. Ben de davetiyeyi davetlilerimize WhatsApp ile gönderdim.     1. yaş doğum gününde de bu şekilde yapmıştım, bence hem kolay hem de şık oluyor. Gerçekten de doğum günü hazırlıkları kısmında işlerim su gibi aktı. “Nasıl yapacağım?, nasıl yetişeceğim?” derken, umduğumdan çok daha kolay hallettim. Misafirlerimize hatıra olsun diye, yine konsepte uygun Uraz’ın fotoğrafını magnet yaptırdım.

Sıra geldi Uraz ne giyecek kısmına…Kot üstüne beyaz gömlek, gömlek üzerine de SOOBE’de bulduğum kamyonlu, buldozerli bir askı ile kıyafet olayını hem kolay, hem de masrafsız halettim. Bir de eşimin uçak harici kontrollerinde kullandığı yedek yeleklerinden bir tanesini terziye götürerek Uraz’ın ölçülerine göre küçülttüm, şahane oldu… Fakat o gün hava sıcak terlemesin diye yeleği fazla giydiremedim ve bu nedenle maalesef yelekle hiç fotoğrafı yok.J
Dedim ya hazırlık aşamasında işim su gibi aktı çok şükür…Doğum günü çocuğu annesi olarak ben de kendime Milla’da karşıma çıkan konsepte uygun sarı, yakası siyah-beyaz şeritli bir elbise aldım. Babamız da Uraz’la uyumlu beyaz gömlek ve kot giydi.

Aaaaa tabii bir de davetlilere ne ikram edeceğim? Bu aşamada da sağ olsunlar gelen herkes bir şey yapıp getirmeyi teklif etti, zaten yabancı da yok, bir elden kocaman bir masa hazırladık. Menümüz oldukça zengindi; davetlerin vazgeçilmezleri börek(ıspanaklı ve kıymalı Boşnak böreği), kısır, yaprak sarma, biber dolma, kuru köftenin yanı sıra karnabahar salatası, amerikan salatası, pancar turşulu patates salatası, tahinli patlıcan salatası, zeytinyağlı barbunya, yoğurtlu arpa şehriye salatası, kanepe çeşitleri, tatlı olarak da pastaya ilave tahinli kurabiye ve beyaz çikolatalı cornflakes topları.  Her şey bol bol yetti, hatta yanlarına paket bile verdim.
Doğum gününden bir gün önce, Uraz uyuduktan sonra evi süsledik. Yemek masasını duvara yasladık, yanlarına 2 tane küçük açılır kapanır masa koyduk; birine içecekleri, birine de servis için tabak, kaşık, çatal, bıçak, peçete filan koyduk.  Yemek masasının üstüne siyah, yandaki masalara da sarı kağıt masa örtüleri serdik. Yemek masasının etrafını da Koçtaş’tan aldığımız sarı-siyah bantla çevirdik. Masayı açık büfe olarak hazırlayarak aralara konsept oyuncaklarla süslemeler yaptık. Buldozer’i masada bir yüksekti üzerine koyarak kepçesine ve etrafına çakıl taşı şeklindeki şekerlerden döktük, büyük bir oyuncak kamyon kasası içerisini streçle kaplayarak ıspanaklı kol böreklerini koyduk, dekoratif bir ayna üzerine 9kat gofretleri tuğla gibi dizdik ve vincin ucuna bağladığım iple bir gofret bağlayarak sallandırdım. (fotoğrafta daha iyi anlaşılıyor)
Sarı-siyah balonlarla 2 rakamı şeklinde balonu yemek masasının iki yanına koyduk. İnternetten sipariş ettiğim levha ve süslemeleri evin farklı yerlerinde kullandık. Bir de bahsettiğim Koçtaş’tan aldığımız bantları sokak kapısının üstüne çarpı şeklinde, apartmanda bizim kapının önüne şerit şerit yol şeklinde ve evin içinde kapıdan salona yol şeklinde bantladık.
Uykusunu almış olsun ki huysuz olmasın diye Uraz’ın uyku saatini dikkate alarak doğum günü başlangıcını 16:00 olarak belirledim. Çok da iyi denk geldi.
Herkesin katkılarıyla masamız bol bereketli doldu taştı. Pasta hem görsel hem de lezzet olarak tam istediğim gibi olmuştu. Uraz son derece keyifli, uyumlu, hemen hemen her fotoğrafta poz vererek hiç huysuzluk yapmadı. Ailemiz ve yakın dostlarımızla küçük grup yaptığımız doğum günü partimiz çok keyifli geçti. Seneye Allah kerim…J
İyi ki doğdun can oğlum, iyi ki varsın… Yüzünün hep güldüğü nice güzel, sağlıklı ve mutlu yaşların olsun… 

Sevgiyle kalın
Selin


 

 

 

4 Temmuz 2017 Salı


Çocukla uçak seyahati….

Bence bunun için en en önemlisi yolculuğu çocuğun uyku saatine denk getirmek. Bu her zaman mümkün olamasa da, en azından 1 gün için bu ayarlanabilir.
Biz genelde(eğer mümkün oluyorsa) seyahat için sabah erken saatleri tercih ediyoruz. Uraz üzerini değiştirirken uyanıyor ve sağ olsun direkt duruma uyum sağlıyor. Havalimanına giderken tekrar uyku moduna geçer gibi olsa da evimiz yakın olduğu için uyutmadan varmayı başarıyoruz. Bu dönem her şey fazlasıyla ilgisini çektiği için alandaki hareketlilikle zaten cin gibi oluyor.
Uçak saatini beklerken, hem uçak yemeklerini yememe ihtimali(çok sağlıklı değil zaten) hem de uçakta yemek servisi yapılana kadar aç aç beklememesi için mümkün olduğunca karnını doyurmaya çalışıyoruz. Sonra da koşturması için alan içerisinde pusetinden firar etmesine izin veriyoruz. Bedensel olarak hareket edip yorulması da uyuma ihtimalini arttırıyor. Diğer yandan, uçakta da saatlerce oturacağını düşünürsek oturmaktan fazla sıkılmamasını da sağlamış oluyoruz.
Bir de uçağa binmeden son olarak, eğer hala bezli ise, bezini değiştirmek, değilse tuvalet ihtiyacını karşılamak çocuğun rahat ve huzurlu bir yolculuk geçirmesi için çok önemli. Uçaktaki WC'lerin alanı malum, özellikle alt değiştirmek çok sıkıntılı oluyor. Ben zaten oldum olası uçak tuvaletlerini hiç sevmem ve çok çok mecbur kalmadıkça kullanmam. Ama işte çocuk bu, tuvaleti gelirse de yapacak bir şey yok, iş başa düşüyor.
Uçakta yerimize yerleşince de pek tabiii meraklı hali devam ediyor… Ön, arka, yan koltuklardaki yolcularla ve kabin görevlileri ile oynaşma halleri kemerlerimizin bağlanmasıyla yerini ekran kumandasına bırakıyor. Biraz dergiler, biraz çizgi film derken uçağın uğultusu ve hareketliliği ile uyku bedene giriyor. Yer müsait ise koltukta, değilse kucakta uykuya teslim oluyor. Bu arada yemek servisi başlamış ise etraftaki hareketlilikten dolayı bu süreç biraz uzayabiliyor ama sonuç değişmiyor.
Uyandığında yeniden full enerji olacağını düşünürsek, bu süreçte biz de biraz olsun dinlenelim ki, seyahat hepimiz için keyifli ve sorunsuz geçsin. Uykusuz ve yorgun anne-baba ile yeni şarj olmuş bir çocuk en zor süreçlerden biri sanırım.  
Bir de uçakta yer konusu önemli bence. Hem kemer ikaz ışıkları söndükten sonra etrafta oluşan hareketlilikten etkilenmemesi, hem de yemek servisi esnasında tehlikeli bir durum yaşanmaması için çocuğu cam tarafında ya da ortada tutmak emniyetli oluyor.
Son olarak; tabii ki yanınızda sevdiği ve oyalanabildiği oyuncak, kitap vs. bulundurmakta fayda var ama bulunduğu ortam çok daha cazip geleceği için bunlarla çok ilgilenmeyecektir. Tedarikli olmakta fayda var.
Uraz’la henüz hiç uzun bir araba seyahati yapmadığımız için sadece uçak tecrübelerimizi paylaşabiliyorum. Ama en kısa zamanda araba yolculuğunu da deneyimlemek istiyorum. Buna hazır mıyım??? Kesinlikle….
 
Emniyetli, keyifli ve sakin uçuşlar dilerim…
Sevgiyle kalın….

7 Haziran 2017 Çarşamba


Oooo Champs Elysees

Can dostlarımız Bilgebay’lar Nisan ayında TEOG sınavı nedeniyle okulların tatil olduğu hafta oğulları Mert’i Paris’te Disneyland’a ve Barselona’da Barça maçına(Mert İstanbul’da hafta sonları Barselona Futbol Okulu’na gidiyor) götürmeye karar vermişler. Bize, “siz de gelin” diye teklif ettiler. Önce izni ayarlayamayız filan derken, takvime bakınca eşimin yıllık iznine denk geldiğini fark ettik.
Eşim yatıları nedeniyle arada gidip geliyor ama ben Paris’e en son 1997 yılında(şaka maka 20 yıl olmuş) üniversite sınavları öncesinde moral olsun diye ailemle gelmiştim.
İzinler denk gelince biz de Bilgebay’larla bir gün öncesinden başlayarak seyahatin Paris kısmına gitmeyi, oradan da Barselona yerine Amsterdam’a geçmeye karar verdik. Paris programı yapıldı, Eyfel Kulesi ve Sen Nehri tekne turu için online biletler alındı, heyecanlı bekleyiş başladı. Bu arada birçok kez niyetlenmemize rağmen Bilgebay’larla yurtdışı seyahatini bir türlü denk getirememiştik, bu bizim için bir ilk olacaktı.
06.55’te kalkacak uçağımız için erkenden havalimanına gittik. Uraz da sabahın 04.00’ünde kaldırılınca şaşırdı ama yarı uykulu da olsa duruma adapte oldu. Uçak saatine kadar uyanık kalınca da uçakta kahvaltı sonrası uyudu, biz de biraz dinlenme fırsatı bulduk. Bunu mutlaka bu şekilde denk getirmeye çalışıyoruz ki uçakta uyusun yoksa gerçekten özellikle bu dönem sıkıntı olabiliyor. Yürümüyorken çok sıkıntı yoktu, biraz daha büyük olsa boyamadan ya da hamurla oynamaktan anlasa onlarla oyalanır ama bu dönem(1,5-2 yaş) hem çok meraklı her şeyi keşfetmeye çalışıyor, hem de yürümenin tadını çıkarmak istiyor, sonuç; hiç yerinde durmuyor.
Charles de Gaulle Havalimanı’nda inince metroya binip şehre inmek için önce CDGVAL Airport Shuttle ile Terminal 3’e gelmek gerekiyor. Buradan alacağınız bilet ile de metroya binip gideceğiniz yere rahatlıkla ulaşabiliyorsunuz. Biletleri 1-3-5… kaç günlük kullanacaksınız ona göre tek seferde almak, her gün tek tek almaktan çok daha ekonomik oluyor.
Paris’in metro hattının çok gelişmiş olduğu bir gerçek ama çok eski ve bakımsız. 10 hattan 8’inde asansör yok. Bir de biz pusetli olunca çok zor oldu, özellikle eşime. Hadi biz 3-5 gün gezip döndük ama sürekli yaşayanlar, hatta engelliler için kesinlikle kullanılamaz durumda. Bu açıdan metrolardan hiç ama hiç memnun kalmadık. Bir de cereyan olayı var ki ona daha sonra değineceğim.
Otele yerleşip biraz dinlendikten sonra baktık ki Uraz uyumayacak ve karnımız çok acıktı, attık kendimizi Paris sokaklarına. İlk durağımız karnımızı doyurmak üzere Saint Germain’deki Ralph Lauren’in şirin mi şirin restoranı Ralph’s. Şansımıza hava çok güzeldi ve küçük verandada oturmanın keyfini çıkarttık. Buranın hemen hemen her şeyi çok lezzetli ama özellikle hamburgerleri… Biz de hamburger yiyerek çok doğru bir karar vermişiz. Bir de yemek öncesi ikram olarak getirdikleri kızartılmış yeşil zeytinlerin lezzeti hala damağımızda. Kabul fiyatlar biraz yüksek ama gerçekten hem yemekler çok lezzetli hem de mekân çok çok keyifli. Bir de şansımıza yolda Uraz uyuyunca biz de bu güzel mekânda anne-baba keyfi yaptık. Yemeğin sonlarına doğru Uraz da uyanıp bu lezzetli yemeklerden yedi tabii. Burada tatlı-kahve keyfi de yapmak isterdim ama çok doyduğumuz için biraz yürüyüp öyle kahve içmeye karar verdik.
Saint Germain’den Pont des Arts (Kilitli ya da Aşıklar Köprüsü)’ı geçerek Louvre Müzesi yanından çok keyifli ve şirin kafelerin bulunduğu Rue Saint Honore Caddesi’ne doğru yürüdük. Buradan da Opera Bölgesi’ne. (Google Map’ten dediğim yerleri takip ederseniz mesafenin kısa olduğunu göreceksiniz) Belirlediğimiz istikamette, kafamıza göre sokaklara gire çıka dolandık. Ben zaten yurtdışını gezmeyi böyle seviyorum. Sokaklarında kaybolmadan o şehri gezmiş saymıyorum, sadece bilinen turistik yerlere gitmek şehri gezmeye, anlamaya yetmiyor.
Ev dekorasyonuna meraklı çok sevdiğim zevkli bir arkadaşımın tavsiye ettiği Maison du Monde      (http://www.maisonsdumonde.com/)‘nin Opera Bölgesi’ndeki şubesini ziyaret etmeden gelmem düşünülemezdi tabii. Ev ile ilgili bardaktan çerçeveye, avizeden vazoya kadar çok çeşitli ve zevkli ürünlerin bulunduğu bu mağazada bayağı bir mesai harcamak gerekiyor. Amma ürünlerin kırılma ihtimalini ve çok tabii Türkiye’ye taşıma zorluğunu düşünerek çok abartmamakta fayda var.
Bu iş de bittiğine göre artık güzel bir kahve içme vakti geldi.  Lafayette’nin hemen karşısındaki “La Maison Le Gourmet”in içerisinde bulunan, Londra’dan da bildiğimiz ve çok sevdiğimiz “Pret A Manger”de (bademli kruvasanını şiddetle öneririm) bir şeyler yiyip kahve içtik.
La Maison Le Gourmet’de adından da anlaşılacağı üzere, hem yemek yemek hem de alışveriş yapmak mümkün. En alt katı market ve şarküteri, aynı zamanda yemek yenilebilecek bir iki yer var. Giriş katında Pret A Manger dışında baharat, cookie, tatlı, peynir, et gibi çok çeşitli yiyecek satan küçük büfeler var. Üst katlarda da kıyafetlerin yanı sıra mutfaktan banyoya ev ile ilgili birçok aksesuar bulunuyor. Bebekliler için bir ayrıntı vermek isterim; en üst katta yer alan lavaboların yanında alt değiştirmek ve emzirmek için gayet temiz ve geniş bir oda bulunuyor. Bize çok iyi denk geldi.
Gezmekten saatin nasıl 20.00 olduğunu anlamadık. Bugün yemek saatlerimiz de şaştı, marketten Uraz’a süt, meyvalı yoğurt, çilek, su, bisküvi…vs. alıp, otelimize döndük ve ailece sabaha kadar deliksiz uyuduk.
Sabah kahvaltıdan sonra Bilgebay’ları beklerken biraz dinlendik. Bugünkü programımız Şanzelize (Champs Elysee), Leon de Bruxelles’de midye yemek ve Montmartre’de Sacre Coeur (Kutsal Kalp) Bazilikası. 

Bilgebay’lar gelince yürüyerek (bu arada otelimizin yeri çok iyiydi, her yere yakın, kesinlikle tavsiye ederim; Madelein Bölgesi’nde Hotel De L’Arcade  - http://www.hotel-arcade.com/fr) Şanzelize’ye gittik.
Biraz dolandıktan sonra meşhur!!! midyeyi yemek için Leon’a oturduk. Ben daha önce Paris ve Brüksel’de yeme fırsatı bulamamıştım, diğerleri için değil ama benim için ilk deneyim olacaktı. Ekonomik kriz buraları da etkilemiş olacak ki, her zaman kuyruk olan Leon’un önü bomboştu, gerçi içerisi de çok dolu sayılmazdı. Gelmeden önce çocuklar için özellikle Mert için(midye ve balık alerjisi var) ne yiyecek? diye endişemiz vardı ama midye dışında, balık, tavuk ve et alternatifleri de bulunuyor. Uraz için balık, Mert için de tavuk sipariş ettik. Çok seveceğimi düşünmediğim için soslu sade midye yerine deniz mahsullü midye siparişimle çok da doğru bir karar vermişim. Tahmin ettiğim gibi midyeye bayılmadım, diğer deniz mahsulleri ile idare ettim.
Yemek sonrası Kıvanç ve Mert, gelmeden bilet aldıkları PSG – Montpellier maçına gittiler. Biz de kahve ve tatlı keyfi için çok sıra olan Laduree yerine St. Germain’deki sıcak çikolatası ve tatlıları ile ünlü Les Deux Magots’a gittik. Tatlılar 10 ila 15 Euro arasında değişiyor, TL’ye çevirince çok gereksiz pahalı olduğu doğru ama çevirince hiçbir şey yiyip içmemek lazım. Bu arada sıcak çikolata efsane…
Nasıl keyifli zaman geçtiyse, maç bitmiş Kıvanç’la Mert dönerlerken biz de anca kalktık, ressamlar tepesi olarak bilinen Montmartre’ye doğru yola koyulduk. Saat 18.00’de kapanması nedeniyle Sacre Coeur Bazilikası’na giremesek de fotoğraflarımızı çekip ve ressamların olduğu bölgede zaman geçirdik. Çok aç olmadığımız için şirin bir restoranda soğan çorbası içip, otelimize döndük.
Sabah erkenden otelimizin yakınındaki Pret A Manger’de kahvaltı ederek gezmelere başladık. İlk durak Notre Dame Kilisesi… Zamanlama olarak tam da pazar ayini saatine denk gelince izleme fırsatımız oldu.
2. durak Sen Nehri turu ama arada zamanımız olunca Luxemburg Bahçeleri’ni de aradan çıkartmış olduk. İnanılmaz keyifli ve huzurlu bir bahçe. Havuzun etrafına sıralanmış rahat ve konforlu sandalyelerde saatlerce oturup keyif yapabilirdik. İnsanların şehir içerisinde nefes alabilecekleri böylesine güzel ve huzurlu bir alternatifleri olması ne büyük şans. Aslında bizde de park bahçe yok değil ama gelgelelim gerek medeniyet seviyesi gerekse temizlik kurallarına uymadaki hassasiyetimizden dolayı bu alanlarda keyif yapmak, huzur bulmak ne mümkün!!!!

Sırada Sen Nehri turu var…. Biletlerimizi gelmeden internetten (http://www.bateauxparisiens.com/en/cruise-tours.html) aldığımız için hiç sıra beklemeden direkt tekneye geçtik, pek bir rahat oldu. Yaklaşık 1 saat süren, bir kıyıdan gidip diğer kıyıdan dönen tekne turu ile hem özet bir Paris turu yapmış oluyor, hem de meşhur Paris köprülerinin altından geçerek çok güzel fotoğraflar yakalama şansına sahip oluyorsunuz ama bu tur çok çok şart değil bence. Çok farklı şeyler ama tercih etmek gerekirse, bence Eyfel Kulesi turunu tercih edin.
Tekneden iner inmez ayaküstü meşhur Paris kreplerinden yiyip, hemen karşıda bulunan Eyfel Kulesi turuna geçtik. Paris’te tekne turu yapan birçok şirket var ve farklı farklı noktalardan kalkış yapıyorlar. Planınızda hem Sen Nehri turu hem de Eyfel Kulesi var ise, karşı karşıya olmaları nedeniyle bu turu seçmenizi öneririm.
Asansör
Diğer bir önerim de Eyfel Kulesi’ne çıkmak… 1997 yılında ailemle gittiğimde çıkmamıştık ama bu sefer yine önceden internetten (http://www.toureiffel.paris/en/) aldığımız biletlerle tam saatinde hiç sıra beklemeden en uç kısmına kadar çıktık. Uç kısma çıkış iki aşamalı, birincide pek fazla bir şey yok, zaten çıkacaksanız en uca kadar çıkın, bence harikaaa… Özellikle asansörde çıkarken cam kenarında yer bulabilirseniz o kadar yükseklikte dışarıdaki manzarayı görerek yukarı çıkmak ve aynı şekilde aşağıya inmek inanılmaz keyifliydi. Biletleri alınırken “çıkmamız çok da şart değil” şeklindeki ifademle Eyfel Kulesi’ne çıkmayı son derece gereksiz görmeme karşın inanılmaz keyif aldığımı itiraf etmeliyim.
Akşam yemeği öncesi bayağı bir vaktimiz olunca, Louvre Müzesi’nin önündeki meşhur cam piramittin en uç noktasını tutmaya çalışmak gibi pozlardan tabii ki eksik kalmadık. Sonra da Meltem’in büyük ısrarı ile hemen yakınında bulunan Angelina Pastanesi’nde Mont Blanc(kestaneli pasta) yedik. Pasta da pastane de çok meşhurmuş ama şiddetle öner-mi-yorum. Kapısında kuyruk beklerken sıkıldığın yetmezmiş gibi içerisi de son derece kasvetli ve karanlık bir mekan… Pasta mı? O da son derece sanal…
Ve artık iyice acıkan karınlarımızı doyurmak için Paris’in simgesi haline gelen, önünde dakikalarca kuyruk bekledikten sonra daha bir iştahlı yenilen ya da nadir de olsa “bunun için mi bu kadar bekledik” dedirten “Le Relais de l'Entrecote”un St.Germain’deki şubesine (meşhur Cafe de Flore’nin sokağında) gittik. Restoranın daha çok Şanzelize’deki şubesi bilinse de burası daha sakin olur diye saat 19.00’da açılan restorana saat 19.10 gibi gidince sadece 2 dakika bekledik. Sonrasında gerçekten kapıda uzun bir kuyruk oluşsa da, gerek arı gibi servis yapan güler yüzlü garson bayanlar sayesinde gerekse fix menü olunca tahmin edilenden daha kısa süren akşam yemeği nedeniyle sırada çok beklenmeyeceğini tahmin ediyorum. Tabii Şanzelize’deki şube önünde daha açılmadan metrelerce kuyruk başladığı için orası için aynı şeyi söylemek mümkün olmayabilir.
Peki, nedir bu etin pardon antrkotun bu kadar meşhur olmasının sebebi… Aslında et,  ince ince dilimlenmiş, yumuşacık bildiğimiz et, işin sırrı sosunda. Fesleğenin gayet kıvamında ayarlandığı lezzetli bir pesto sos ile sunulan eti pesto sos sevmiyorsanız sossuz isteme şansınız da var. Tercihinize göre az, orta ve çok pişmiş sunulan et soğumasın diye 2 seferde servis ediliyor. Yanında küçük hardallı bir salata ve bolca patates kızartması ile sunulan fix menü kişi başı 30 Euro civarında. İçecek ve tatlı sizin tercihinize bağlı ve tabii ki menüye dâhil değil. Ben şahsen çok beğendim, çok çok tavsiye ediyorum.
Son olarak, Eyfel Kulesi’de akşamları saat başı yapılan ışık gösterini izlemek üzere, Trocadero Meydanı'nda bulunan Palais de Chaillot'un önündeki seyir terasına  gittik.  5 dakika süren gösteriyi maalesef saat 21.10’da orda olunca kaçırdık. Eeee gelmişken görelim diye saat 22.00’yi bekledik ve resmen donduk. Uraz’ı pusetinde battaniyesi ile sarıp sarmaladık, şapka filan hazırlıklıydık ama maalesef üşütmesine engel olmadık. Gösteriye gelince gerçekten keyifli, gitmişken izleyin ama seyahatinizin mevsimine göre saati iyi ayarlayın. Yaz ya da daha sıcak bir dönem ise, mutlaka çimlerde piknik yaparak saat başını bekleyin.
Paris’teki son günü Bilgebay’lar Mert için Disneyland’a ayırmışlardı. Biz hem Uraz küçük anlamayacak hem de büyüyünce nasıl olsa isteyecek ve o zaman gideriz (ben 17 yaşında gitmiştim ve bayılmıştım, Uraz kesin çok daha küçük yaşta isteyecek) diye onlara katılmayarak ilk günkü gibi Paris’i kafamıza göre sokaklarda kaybolarak gezmeyi tercih ettik.
Ama her zaman her şey planlandığı gibi olmuyor maalesef. Gerek metrolardaki cereyana, gerekse dün akşam Eyfel Kulesi ışık gösterisini beklerken yediğimiz soğuk havaya Uraz kayıtsız kalamadı ve sabaha karşı ateşlendi. Biz daha önce ateşi hiç tecrübe etmediğimiz için yanımıza ateş ölçer almak maalesef aklımıza gelmemişti. Her ihtimale carpol ve fitil almıştım ama… Neyse ki Meltemlerde varmış, sabah çıkmadan bizim odaya bıraktılar. Bu da bizim için büyük bir tecrübe oldu, bundan sonra ateş ölçersiz asla…
Genelde 38.2 üzerine çıkmayan ateş, şurupla düşen bir seyir izledi. Sabah bir süre odada vakit geçirdikten sonra çıktık. Bir şeyler yemek için Pret A Manger’e gittik ama doğal olarak Uraz’ın iştahı da çok yoktu. Şansa hava güzeldi de “ya üşürse” endişesi olmadan pusetine koyup rahatlıkla dolaştık.
Boulevard De La Madeleine’de “Due De Seze” sokağında “La Chaise Longue”(Starbucks yanı) adında çok şirin, hobilere yönelik ama değişik ürünler satan bir mağaza var. Eğer yolunuz düşerse mutlaka uğrayın. “Sen alacak bir şey buldu mu ki bize tavsiye ediyorsun?” derseniz; çok sevimli, takım ama birbirinden farklı 6’lı kahvaltı tabakları aldım. 
Grands Boulevards’da (Opera Bölgesi’nin alt tarafına denk geliyor, ev dekorasyonu için tavsiye ettiğim Maison du Monde civarında) “Village Joue Club” diye bir oyuncak pasajı (evet evet dükkân değil pasaj) var ki, inanılmaz bir yer. Değil Uraz, biz bile kendimizi kaybettik. Pasaj içinde hepsi aynı markaya bağlı puzzle, lego, scooter, hamur, boyama, meslek oyuncakları gibi birbirinden farklı ürünler satan 11 adet dükkân bir arada. Pasajı toplayıp gelmeyi çook isterdim ama mümkün olmadığı için, bizimki suyu biraz fazlaca sevdiği için 2 tane farklı banyo oyuncağı ve biraz daha büyüyünce oynaması için tahtadan puzzle aldık. Mutlaka am mutlaka gidin, bir şey almasanız bile görün derim.   
Bir de Paris’te sık sık karşınıza çıkan “pharmacy” mağazalarına mutlaka uğrayın. Buralarda ilaç ürünlerin çok az bir kısmını kapsıyor. Kremden diş macununa, güneş yağından parfüme kadar inanılmaz çeşitte kozmetik ürünler bulunuyor. Hepsi de bilinmiş markalar ve bize göre çok daha uygun fiyatlı. Bir de “2 al 1 öde” gibi setlerle çok daha ucuza geliyor. Örnek vermem gerekirse, Türkiye’de tanesi 59 TL olan Mustela şampuanın 2 tanesini 11 Euro yani yaklaşık 44 TL’ye aldım ki, ben Türkiye’de internetten 2 tanesini en az 90 TL’ye alabiliyorum. Hala ne duruyorsunuz, haydi pharmacy’lere hucümmmm….
Akşam yemeği öncesi otelde biraz dinlenip, Bilgebay’larla buluştuk ve Chipotle’ye yemeğe gittik. Fast food tarzında, Paris’te birçok şubesi bulunan ve bizim severek yediğimiz bir Meksika restoranı. Fiyatlar uygun ve lezzetli, eğer Meksika yemeği(taco, quesadillas, burrito.. gibi)  seviyorsanız mutlaka deneyin.
Sonrasında da bir kafede çay-kahve tatlı keyfi yapıp, Paris seyahatimizi tamamladık ve otelimize döndük. Yarın sabah “yolcudur abbas bağlasan durmaz”.
Sabah saat 5.00’te lobide buluşup havalimanına gitmek üzere anlaştık. Biz Amsterdam’a onlar Barselona’ya…
Nitekim gece ateş ölçerde 39.9’u görünce biz direkt Amsterdam’ı iptal edip, sabah ilk uçakla İstanbul’a dönmeye karar verdik. Uraz’ın ilk ateşlenmesi, bir de şurupla düşmesine karşın artarak devam etmesi bizi çok korkuttu. Amsterdam’da hava Paris’ten de soğuk ve yağmurlu gösteriyor, dolayısıyla orada daha da kötü olabilir, iştahı da çok yok, çocuğum için en iyisi dönmekti. Sonuçta Amsterdam yerinde duruyor, yine gideriz diyerek sabah ilk uçakla İstanbul’a döndük.
Doktoru ile konuştum, “Carpol ile İbufen’i 4 saat arayla dönüşümlü verin, burun tıkanıklığı için de sprey kullanın, eğer ateş yine o kadar yükselirse yarın görmem gerekir” dedi. Şükürler olsun ki ateş azalan bir seyirle, doktora gitmeye gerek kalmadan 2 günde bitti, çocuğumun iştahı ve neşesi yerine geldi.
Bu seyahatten aldığımız 2 ders… Demek ki neymiş;
-          Boşuna evdeki hesap çarşıya uymuyor dememişler, her şeye hazırlıklı olmak gerekirmiş,
-          Yanına ateş ölçer, ateş düşürücü gibi olmazsa olmazları almadan çocukla seyahate çıkmayacakmışsın,
Bu arada;
-          İstanbul’a döner dönmez ilk işimiz gidip ateş ölçer almak olduJ (ateş ölçerimiz vardı ama anam babam usulü… Dediğim gibi çok şükür bu zamana kadar(Uraz 19 aylıktı) ihtiyacımız olmamıştı ama “Braun IRT 6520 kulaktan ateş ölçer” artık Uraz’ın odasında başköşede, umarım eskitemeyiz…)
-          Paris’te Amsterdam’ı iptal etmeye karar verdiğimizde gece otele mail atıp, durumu bildirdik ve iade ihtimalini sorduk. Otel bir geceyi kesip, iki geceyi iade edebileceklerini bildirdi. Biz tamamen gözden çıkardığımız için, iade bize bonus oldu.

18 Mayıs 2017 Perşembe


Yenidoğan Sünneti Yaptırmalı mı?.....
Sünnet, şüphesiz bir erkek çocuğunun hayatındaki en önemli anlardan biridir….Bu an, bazıları için yapılan sünnet düğünleri veya kutlamalardan arda kalan fotoğraflarda tebessümle hatırlanan güzel bir anı iken; bazıları için travmaya neden olabilen ve hatırlanmak istenmeyen bir anıya dönüşebilir.  
Doğum ve doğumdan sonraki ilk 28 günlük süreçte yapılan sünnete “yenidoğan sünneti” deniliyor.  Doğumun ertesi gününden itibaren yapılabiliyor olsa da, bebeğin böbrek ve karaciğer fonksiyonlarının yeterince oluşabilmesi için 7.günden itibaren yapılması öneriliyor.

Biz de yenidoğan sünnetini doğumdan sonra 7.günde, doğum yaptığım Amerikan Hastanesi’nin Çocuk Cerrahisi Bölümü’nde “gomco clamp” yöntemiyle Dr. Egemen Eroğlu’na yaptırdık. Aynı hastanedeki çocuk doktorumuzun tavsiyesi üzerine(açıkçası doktoruma güvendim ve sünnet için başka bir doktor araştırması yapmadım) hastane çıkışı yapmadan sünnet randevumuzu aldık.

Doğumdan bir hafta sonra rutin yenidoğan kontrolüne gittiğimizde sünnetimizi de yaptırdık. İlk başta “daha el kadar çocuğun canını yakmasak mı?” diye söylenip durduysam da, özellikle iyileşme sürecinin çabukluğunu ve kolaylığını görünce bunu yaptırdığımıza bir değil bin kez daha sevindim. Bir de, daha büyük yaşlarda çocuklarını sünnet yaptıran arkadaşlarımın anlattıklarını düşününce çok doğru bir karar verdiğimize emin oldum.

Bu 1 haftalık süreçte, bence anne ve bebek biraz olsun birbirlerine alışıyorlar ve kendilerince bir rutin yakalıyorlar. Bir de özellikle sezaryen ya da epidural sezaryen(ben bu şekilde yaptım ve kesinlikle öneriyorum) ile yeni doğum yapmış bir anne, sonuçta çok da basit olmayan bir ameliyat geçiriyor ve sıkıntıları olabiliyor..

Bebekle başlayan yeni hayata alışmaya çalışmanın yanı sıra, bir yandan dikiş yeri ağrıları, bir yandan emzirmeye alışmak gerçekten kolay bir süreç değil. Dikiş yerlerim sızlamasına rağmen annelik içgüdüsü ile oğlumu emzirmek için üstün performans sergilemeye çalıştım. Hamilelik sürecinde hormonların değişimi ile başlayan annelik içgüdüsü ve dolayısıyla fedakârlıklar böyle böyle artarak devam ediyor sanırım.

Gelelim o güne; sünnetten bir saat önce penise uygulanan krem ile lokal anestezi yapıldı. Bu arada, biz de yenidoğan kontrolümüzü yaptırarak zamandan tasarruf ettik. Uyuşma sonrası, sanırım anneler dayanamaz diye içeriye sadece babayı alıyorlar. Bu özel anda babanın oğlunun yanında olması, bebekten ziyade bir baba için çok anlamlı olmalı diye düşünüyorum. En azından bizim babamız çok duygulandı ve gururlandı.  

İçeri girmelerinden yaklaşık 10 dakika sonra gelen ağlama sesi resmen içimi acıttı ve farkında olmadan kulaklarımı kapattım. Bir 10 dakika sonra yanımdaydılar ve Uraz hala ağlıyordu. Sakinleşmesi için kucağıma aldığımda “bana neden bunu yapmalarına izin verdin” der gibi yüzüme bakıp bakıp ağlıyordu. O bakışı şu an bile gözümün önünde…

Sonrasında çocuk hemşiresi evde pansumanın nasıl yapılacağını gösterdi ve evimize döndük. Pansuman için bizim doktorumuz özel bir krem-merhem vermedi, eczanelerde 5-6 TL’ye bulunabilen “vazelin pure pomat” önerdi. Burada önemli olan nokta; altını sık sık açmak…       Her açtığımızda da temizledikten sonra penise bol miktarda(neredeyse bir tüpün yarısı) vazelin pure pomat sürüp, gazlı bez ile kapatmak ve bezini bağlamak. 1 hafta gibi kısa bir sürede, hatta daha göbeği bile düşmeden tamamen iyileşiyor. Ama pansumandan çok çok daha da önemlisi bu süreçte sık sık emzirmek, aynı zamanda en kuvvetli ağrı kesici…..  

1 hafta sonunda kontrole gittiğimizde doktorumuz, yapışmaması için sivri bir aletle penise bir şey yaptı. Ama benim o an içim cızzz etti ve kafamı çevirdim. Doktor da fark etmiş olacak ki, bana bakıp “canın acıdı di mi?” dedi. “Evet” dedim. “Merak etme onun canı senin kadar acımadı, hissetmedi” dedi. Doktorumuzun yeni doğan sünneti ile ilgili daha önce verdiği bilgileri de düşünerek içim biraz olsun rahatladı.

Yenidoğan sünnetinin bence en büyük avantajı, (doktorumdan aldığım bilgiye göre) bebeğin sinirleri ve kasları henüz yeterince gelişmediği için acıyı çok minimal hissetmesi hatta hissetmemesi ve idrarında henüz asit olmaması nedeniyle yara olan bölgenin yanmaması. Bunlara ek, bir yerde okuduğum bilgiye göre de, yenidoğan sünneti çocukları idrar yolları enfeksiyonlarından koruyor ve penis kanseri riskini azaltıyormuş. 

Kısacası sevgili anneler, yenidoğan sünneti başta zor gibi gelse de inanın oğlunuz için vereceğiniz son derece doğru bir karar. Tek dezavantajı, sünnet kıyafeti giydirip yapamadığımız sünnet düğünü ya da bir kutlama olur. Bence bunun da çözümü var; belli bir yaşa geldikten sonra sünnet kıyafeti giydirip, bir de Eyüp Sultan ziyaretine götürüp, fotoğraf çektiririz. Heee arkadaşlarından görüp özenip çok isterse bir de kutlama yapıveririz.

Doktorumdan öğrendiğim, duyduğum, okuduğum ve tecrübe ettiğim kadarıyla yenidoğan sünnetinin avantajları özetle;
·         Anestezi şeklinin çabuk ve kolay olması,
·         Sinirler ve kasları henüz yeterince gelişmediği için acıyı çok minimal hissetmesi hatta hissetmemesi,
·         İdrarında henüz asit olmaması nedeniyle yara olan bölgenin yanmaması,
·         Yaranın çok çabuk iyileşebilmesi,
·         Enfeksiyon riskini azaltması,

 

 

16 Mayıs 2017 Salı


Günübirlik Stockholm….

Hiiiç aklımda yokken eşimin teklifiyle bir gecelik İsveç’in başkenti Stockholm yatısına ben de gittim. Önce Uraz’ı da götürmeyi düşündüysem de Paris’deki ateşten sonra daha yeni toparlamışken bir gece için o kadar uzun yola götürmemeye karar verdim. Ablamızla birlikte sağ olsun babaanne de bizde kaldı.
Hızlıca bir Stockholm araştırmasından sonra hazırdık. Elbette birçok yere gitmeye zamanımız yetmedi ama en azından az ve öz bir seyahat oldu.
Stockholm’e saat 22:00’de vardık, otelimiz de havalimanında olduğundan valizimizi odamıza bırakıp hem hızlıca bir şeyler atıştırdık hem de yarın sabah şehre inmek için Arlanda Express’ten (https://www.arlandaexpress.com/fares.aspx) biletlerimizi aldık. Toplu taşıma ile şehre inmenin 4 yolu var; (kendimce belirlediğim basit SEK hesabını yazımın sonunda bulabilirsiniz)
·         Taksi: En hızlısı elbette taksi ama çok gereksiz pahalı (400 SEK civarında),
·         Arlanda Express: Terminal 5’te yer alan Arlanda Express’te tek yön 280 SEK, gidiş-dönüş 540 SEK, 8-25 yaş arası 150 SEK, 0-8 yaş ücretsiz. Ancak perşembe-pazar, tatil günleri ve 22 Haziran-27 Ağustos tarihleri arasında her gün tek yön “2 kişi 350 SEK, 3 kişi 450 SEK, 4 kişi 550 SEK” şeklinde bir kampanyaları var. Biz perşembe orada olduğumuz için bu kampanyadan yararlanarak 2 kişi gidiş-dönüş 700 SEK yani 280 TL ödedik. Seyahatimiz 20 dakika sürdü.
·         Normal Tren: Arlanda Havalimanı’nda Sky City’de yer alan Arlanda Central Station’den kalkan normal trende ise kişi başı 150 SEK, seyahat süresi de 40 dakika.
·         Otobüs:  Havalimanı’nın hemen önünden hareket eden Flygbussarna Airport Coaches’larda da kişi başı 99 SEK olup, 55 dakika sürüyor.    
Biz hem zamanımız az olduğu hem de perşembe gününe denk geldiğimiz için (Arlanda Express gidiş-dönüş 350 SEK, normal tren gidiş-geliş 300 SEK) 50 SEK yani 20 TL fazla vererek Arlanda Express ile 20 dakikada şehre indik. Trenler çok rahat ve konforlu, wifi bulunuyor.
Bu arada, bir günümüz olduğu için Stockholm kart almadık, tabana kuvvet yaptık. İyi ki de öyle yapmışız çünkü bizim gezdiğimiz Norrmalm, Östermalm, Gamla Stan ve Södermalm Bölgeleri arasında çok rahatlıkla yürünebiliyor. Hava biraz soğuk olmasına karşın şansımıza güneşli ve açık olunca hiç sıkıntı yaşamadık.
 
 
Şehre indiğimize göre artık gezmeye başlayalım mıııı? Trenden Norrmalm’da indikten sonra doğru eski şehir olarak geçen, arnavut kaldırımları ve dar sokaklarıyla ünlü Gamla Stan’a gittik. Saat (08:45) biraz erken olduğu için herhalde yollar boştu ve birçok mağaza(özellikle turistik eşya satan) henüz açılmamıştır. Mağazaların açılış saatleri 10:00 ila 11:00 arasında değişiyor. Burada Storkyrkan Katedrali ve Nobel Müzesi ile Nobel Müzesi’nin hemen arkasında bulunan Stortorget Meydanı’nı ve etrafındaki dar sokakları dolandık. Zaman kısıtlı olduğu için müzelere girmedik. Bir süre tarih kokan sokaklarda kaybolup, güzel fotoğraflar çektikten sonra Södermalm’a doğru ilerledik.
Södermalm’daki rotamız Götgatan Caddesi ve etrafı olsa da asıl hedefimiz meşhur İsveç kahvesi içmek için gelmeden methini çok duyduğumuz Drop Coffee Roasters veya Johan&Nyström’a gitmekti. Geldiğimiz yön nedeniyle önce Drop Coffee’yi bulsak da bize çok soğuk ve sevimsiz geldiği için oturmadık. Buna karşın, hemen 100 metre ilerisinde yer alan ve Drop Coffee’nin aksine son derece sevimli ve tarz olan Johan&Nyström’de, bir de dışarıda güneş gören masa bulunca şa-ha-ne oldu. İsveç’in meşhur tarçınlı çöreği ile taçlandırdığımız kahvelerimizle yaklaşık 45 dakika keyif yaptık. Yani o andan sonra başka bir şey yapmayıp otele dönmek zorunda olsaydık da,  sırf bunun için bile İsveç’e gelmeye değerdi. İnanılmaz keyif aldık. Mutlaka ama mutlaka gidin, ama Drop Coffee’ye uğrayıp vakit kaybetmeyin. (2 kahve ve bir tarçınlı çörek yaklaşık 45-50 TL)
Kahve keyfinden sonra dinlenmiş olarak bu sefer de Södermalm sokaklarında kaybola kaybola gezdik. Yine gelmeden methini çok duyduğum Coctail ve Grandpa mağazalarını bulup uğradık ancak alacak hiçbir şey olmamasına karşın bu kadar pahalı olması da bana çok anlamsız geldi.
 
 Artık yavaş yavaş acıkmaya başladık ve son durağımız olan Östermalm’daki food hall tarzındaki Saluhall’a gitmek üzere tekrar Gamla Stan’a yöneldik.
Gamla Stan’da yol üzerinde, “Kızkıza Amsterdam” yazımda bahsettiğim “Flying Tiger” mağazasının hemen yanında bulunan, ev gereçleri satan “Lagerhaus” (https://www.lagerhaus.com/) mağazasını şiddetle tavsiye ediyorum. Türkiye ile karşılaştırdığımızda bazı ürünler uygun, bazıları pahalı ama genel olarak çok başarılı. Örnek vermemi isterseniz; bahar aylarının gelmesiyle piknik örtüsü almaya niyetlenmiştim, malum hafta sonları kır-bahçe aktivitesi Uraz’la rahat ve keyifli oluyor. Tchibo’da 89 TL’ye beğenip almaya niyetlendiğim örtünün değişik desenini orada 99 SEK yani yaklaşık 40 TL’ye bulunca bir de takım olsun diye piknik çantasını aldım. J
Gerçek Saluhall
Geçici Saluhall

Alışveriş molasından sonra doğruca Saluhall’a gittik. Kırmızı tuğlalardan yapılmış binaya yaklaşırken etrafının tadilat nedeniyle kapatılmış olduğunu görünce kısa süreli bir hayal kırıklığı yaşadıysak da, hemen karşı tarafında geçici olarak yapılmış yedeğini bulunca hazine bulmuş gibi sevindik. Öncelikle dolanıp taptaze ve capcanlı duran somonlar ile kabuklu deniz ürünlerinin arasında gözümüzü doyurduk, sonra da ne yiyeceğimize karar verip karnımızı doyurmak üzere Melanders’e (http://melanders.se/) oturduk. Izgara somon yanına patates salatası ve sebze olarak 2 ara sıcak(bunu menü tarzı seçenekli yapmışlar), ortaya da acılı Jumbo karides ve mayonezli çim çim karides salataları sipariş ettik. Hepsi çok çok lezzetliydi ama özellikle somon gerçekten çok çok iyiydi. Yani “bu somonsa bizim Türkiye’de yediklerimiz ne?” cümlesini kurdurtacak kadar iyiydi. Hesap olarak da hepsine Türkiye parasıyla 130 TL ödedik. Pahalı İsveç fiyatlarına göre çok da kötü sayılmaz .
Güzel bir ziyafet sonrası artık dönme vakti gelmişti. Arlanda Express’e doğru yürürken son bir İsveç kahvesi içerek keyfimizi tamamladık. (Espresso House şehirdeki kahve zinciri, ama buradan içmek kısmet olmadı)

Günübirlik İsveç seyahatimiz ile ilgili özet yapmam gerekirse;
-          Eğer müze ziyaretleri olmayacak ise ana yerleri görmek için 1 gün yeterli. En azından İskandinavya ülkesine ilk ziyaretimdi ve genel bir fikrim oldu.

-          Soğuk ülkenin aksine insanları son derece sevecen ve güler yüzlü. Belki de Nisan ayındaki Fransa seyahati sonrası Fransızlardan sonra bize öyle geldi.

-          Genel olarak bina yapıları diğer Avrupa ülkeleri kadar tarihi olmasa da binaların pastel renkleri birbiri ile çok uyumlu duruyor.

-          Yollar-sokaklar çok temiz ve sakin.

-          Yeme içme genel olarak diğer Avrupa ülkelerine göre pahalı.

-          Geniş ve güzel olan “Birger Jarlsgatan Caddesi”nde ünlü markalar bulunuyor.

-          İsveç Kron(SEK)’unu TL’ye çevirmeyi basitçe %40’ını alarak hesapladık. Yani 100 SEK ise 40 TL gibi.

-          Hemen hemen her yerde kredi kartı geçiyor, çok fazla nakit almaya gerek yok. Hatta biz yanımızda Euro ile gittik, bozdurmadan geldik.

-          Stockholm Pass’ın (https://www.stockholmpass.com/) 1-3-5 günlük farklı seçenekleri bulunuyor. Kartı toplu taşımada ve birçok müzeye girişte kullanabiliyorsunuz. Sadece ulaşım için pahalı ama benim gibi!!!! çok müze severseniz mantıklı olabilir.

-          Hemen her şey gibi ulaşım da pahalı ama güzel haber, eğer pusetli iseniz otobüslere orta kapıdan ücretsiz binebiliyorsunuz, en azından 1 kişi bedavaya geliyor.

-          Hava şansımıza çok soğuk değil hatta güneşliydi ama esen yerle kuzeyde olduğunu net hissediyorsun. Yani kış aylarında ciddi soğuk oluyordur gerçekten.

-          Benim gibi ev gereçlerine çok meraklılar, belki de bu yüzden Stockholm’ü çok sevdim. Şaka bir yana çok güzel ve değişik ürünler satan mağazalar var. Mesela;
·         Granit  (https://www.granit.com/se/) : Götgatan caddesindeki bu mağazada özellikle cam, mermer, tahta ve tasarım ürünler bulunuyor. Fiyatları çok ucuz değil.
·         Hemtex  (https://www.hemtex.se/) : Daha çok nevresim ve havlu ürünleri ağırlıklı olmak üzere, tabaktan peçeteye, vazodan sepete çok farklı ve güzel aksesuarlar bulunuyor. Bazı ürünler uygun, bazıları pahalı.
·        Lagerhaus (https://www.lagerhaus.com/) : Kilimden piknik örtüsüne, çatal-bıçaktan banyo aksesuarlarına, avizeden vazoya her türlü ürünü bulabilirsiniz. Bazı şeyler Türkiye’ye göre uygun.

-          Eğer zamanımız olsaydı “gidilmesi gereken yerler” listemde bulunanlar;

·        Djurgarden: Şehrin ortasında korunmuş ve doğallığı bozulmamış yemyeşil bir ada. Adada, dünyanın en eski açık hava müzesi olan “Skansen Müzesi”nde bölge hayvanlarının doğal ortamlarında yaşadığı hayvanat bahçesi ile açık havada sergilenen 19. yüzyıl kasabasının yansıtıldığı bir kültür parkı bulunuyormuş. “Vasa Müzesi” de dünyada ayakta duran tek 17. yüzyıl gemisi özelliğine sahipmiş. Bunların dışında adada birçok müze ve akvaryum bulunuyormuş.

·        Gröna Lund: Djurgarden adası üzerinde yer alan büyük bir lunapark. Giriş için çeşitli bilet paketleri bulunuyormuş. Çocuklarla eğlenceli bir alternatif olabilirmiş ancak 2015 yılında çıkan bir habere göre, burada Eclipse olarak bilinen platformdan düşen bir kişi hayatını kaybetmiş. O nedenle bana pek sıcak gelmedi.

·        Junibacken: Vasa Müzesi’nin arkasında yer alan tema park ile ilgili Story Train’in ve Lady Pipi'nin Villası’nın iyi olduğunu duydum. Bunun dışında çocuklar için sıradan bir macera oyun alanıymış ve oldukça pahalıymış.

·         Stockholm Kraliyet Sarayı

·         Drottningholm Sarayı

·         Nobel Müzesi

·         Storkyrkan (Büyük Kilise-Stockholm Katedrali)

·         Katarinahissen (Katarina Asansörü)

·         Ericsson Globe Skyview (https://www.stockholmlive.com/en/)